Değişen Dış Politika Stratejimiz ve Hint Seferi

Paylaş

Ak Parti iktidarıyla birlikte Türkiye’nin dış politika stratejisinde çok önemli değişimler yaşandığını söylemeliyiz. Cumhuriyetten bu yana Batı eksenli olan Türk Dış politikasının Ak Parti iktidarıyla birlikte çok eksenli bir açılıma kavuştuğunu ve önemli bir yörünge değişikliği yaşandığını görmekteyiz. Türkiye’nin doğu politikaları uzun yıllar batı politikalarının gölgesinde kalmış ve alternatifsiz tek eksenli dış politika Türkiye’nin önünü tıkamış durumdaydı.

Ak Parti Hükümetiyle birlikte Suriye ile olan soğuk ilişkilerin sıcak bir döneme girmesi, Geçtiğimiz aylarda İstanbul’da yapılan ve Afrika liderlerini bir araya getiren Afrika zirvesi, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın Türkiye ziyareti, Cumhurbaşkanı Gül’ün Ermenistan ziyareti ve ardından dün başlayan Hindistan seferi bu değişimin çok önemli göstergeleri.

Burada dikkat çeken diğer bir hususta bu zamana kadar Dış İşleri Bakanlığı ağırlıklı yürüyen Türk Dış Politikasının Başbakan ve Cumhurbaşkanı ağırlıklı bir yapıya kavuşmuş olması. Dış İşleri Bakanlığı nerdeyse tamamen soyutlanmış ve işin protokol kısmını yürütür durumda. Dış İşleri Bakanı Babacan bile bakıldığında Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın gerisinde kalmış gibi görünüyor. Türk Dış Politikası’nda oluşan bu yeni ivmenin odağında ise Ahmet Davutoğlu bulunuyor. Yürütme de yaşanan bu açılımın Türk Dış politikasına önemli bir zenginlik kattığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Türk Dış politikasında gözlenen bu yörünge değişikliği acaba Türkiye çok hassas olduğu batılı değerlerden uzaklaşıyor mu sorusunu beraberinde getirebilir. Bu açılıma böyle bir yorum getirmek çok kısır bir yaklaşım sergilemek olacaktır. Bu değişikliği çok eksenli, bol alternatifli ve açılımcı bir dış politika stratejisi şeklinde yorumlamak gerekiyor. Dünya’da güç dengesi, ekonomik ve politik dengeler, Batı’dan Doğu’ya kayıyor. Tahterevalli’nin yükselen kısmı artık doğu tarafı. Türkiye bir 100 yıl daha kaybetmemek için etkin doğu politikaları geliştirmeli ve ciddiyetle üzerine eğilmelidir.


Hindistan Gerçeği = Demokrasi ve Geri Dönen Beyin Göçü

Başbakan’ın 100 kişilik bir heyetle gerçekleştirdiği Hint seferini Türkiye’nin doğu eksenli değişen dış politikası bağlamında değerlendirmek gerekiyor. Hindistan, doğuda oluşan güç merkezinin odak noktalarından biri ve güçlü bir çekim kuvvetine sahip. Kısa devlet geleneği, 1 milyar 200 milyona varan nüfusu, çok çeşitli etnik, dil, din ve mezhep farklılığı, yoksulluk gibi kabus sayılabilecek dezavantajlara rağmen 1 trilyon dolarlık hacmiyle Hint Ekonomisi Asya’nın parlayan 3. büyük yıldızı. 2004 yılından bu yana yıllık ortalama yüzde 9 büyüyen ekonominin yanı sıra, Hindistan, nükleer yetenek ve uzay çalışmalarıyla uluslararası arenada söz sahibi bir ülke.

Hindistan’ın, tüm zorluklara rağmen, bu denli hızlı ilerleyişinin altında yatan çok önemli 2 neden bulunuyor. Bu nedenlerden ilki Hindistan’ın sahip olduğu samimi demokrasi anlayışıdır. Hindistan, demokratik değerleri ayrımcılığa ve istismara başvurmaksızın samimiyetle özümsemiş kıçında “postal izi” olmayan bir demokrasiye sahiptir.

Dünya üzerine baktığımızda gelişmiş ülkelerin demokratik değerlere en fazla sahip çıkmış ülkeler olması herhalde bir tesadüf olmayacaktır. Hindistan’da demokrasiye olan samimi bağlılık, iç dinamikleri birbiriyle barışık halde tutuyor. Dengeler, farklı da olsa bir ahenk ve harmoni içinde işliyor. İç dinamikleri birbiriyle sürekli çatışma halinde olan ülkelerin gelişme ve büyüme şansı asla yoktur. Ekonomi, çatışma ve gerilimin olduğu bir yerde barınamıyor.

Geldiği nokta itibariyle bakıldığında Hindistan’ın, dünyanın en gelişmiş demokrasisine sahip olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Şöyle ki, Amerika Birleşik Devletleri bile siyah bir başkanı henüz hazmetmeye çalışırken Hindistan, Müslüman Cumhurbaşkanı Dr. Abdülkelam’ı çoktan emekli etti bile. Kaldı ki, Hindistan’da bir Müslüman’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi ABD’de bir siyahın başkan seçilmesinden çok daha zor bir durumdur.

Hindistan gerçeğinin altında yatan ikinci önemli neden ise Hintli beyin göçü ve bu beyin göçünün knowhow olarak Hindistan’a geri dönüşüdür. NASA ve Microsoft gibi batının önde gelen bilim ve teknoloji merkezlerinde harıl harıl çalışan yüzlerce Hintli ile karşılaşırsınız. Hindistan, batı ülkelerinin zengin bilim kurumlarında deneyim kazanan beyinlerini Hindistan’a knowhow ve teknoloji transferi olarak geri döndürüyor.

Bu sayede, 1974 yılında elde ettiği nükleer yetenekle nükleer kulübe üye olan Hindistan, bugüne kadar orta ve uzun menzilli nükleer başlık taşıma kapasitesine sahip çok sayıda füzeyi başarıyla denemiş bulunuyor. Son olarak 13 Kasım’da Ay yörüngesine giren Chandrayaan 1 (Ay Gemisi) ile Hindistan, uzay kulübüne de adını yazdırmış durumda.

Türkiye, Güney Asya’da Söz Sahibi Olmalıdır

Güney Asya siyasi, stratejik, ekonomik ve lobicilik anlamında Türkiye açısından önemli potansiyeller barındırmaktadır. Başta Pakistan ve Afganistan olmak üzere Hindistan ve Bangladeş Türkiye’nin her anlamda kredibilitesinin yüksek olduğu ve toplumsal bazda sempati sahibi olduğu ülkelerdir. Tarihten gelen sıcak bağlarımız da göz önünde bulundurulduğunda Güney Asya, 2 milyara yakalaşan nüfusu ile Türkiye için müthiş avantaj ve potansiyeller barındıran bir bölge niteliğindedir. Batılı ülkeler, Güney ve Uzak Asya’ya 3 milyarlık yeni bir kapital toplum olarak bakmakta bu yönde yeni bir sömürüye hazırlanmaktalar. Hindistan ve Çin’in gerçekleştirdiği kalkınmada ilerleme, sahip oldukları enerji, nükleer yetenek, teknolojik kapasite ve uzay çalışmaları Güney Asya’yı dünya ekonomisi ve siyasetinde önemli güç merkezlerinden biri haline getirmiştir. Türkiye’nin hemen yanı başında oluşmakta olan bu güç merkezinde etkin bir şekilde rol alması uzun vadeli ulusal çıkarlar için bir zorunluluktur.

Güney Asya’da söz sahibi olmak, Hindistan’la kurulacak güçlü münasebetlerle mümkün olabilecektir. Bu noktada gerçekleşen Hindistan ziyaretinde atılması gereken önemli bazı adımları şu şekilde özetleyebiliriz:

1-Türkiye’nin Güney Asya üzerinde etkinliğini artırmak amacıyla Keşmir krizinin barışçıl yollarla çözümüne ve Pakistan – Hindistan ilişkilerinin geliştirilmesine yönelik arabuluculuk rolü üstlenilmelidir. Pakistan ve Hindistanlı liderler, Suriye ve İsrail, Azerbaycan-Ermenistan örneğinde olduğu gibi bir araya getirilmelidirler.

2- Türkiye, Güney Asya Bölgesel İşbirliği Teşkilatı olan SAARC’da gözlemci ülke olarak yer almalıdır. SAARC, bölge ile ilgili çalışmaların etkin bir biçimde izlenebileceği bir teşkilattır.

3- Türk ve Hintli sivil toplum örgütleri bir araya getirilmelidir. Sivil Toplum işbirliği ABD ve Avrupa’da bulunan Türk – Hint sivil toplum örgütlerini de kapsayacak şekilde ele alınmalıdır. ABD ve Avrupa ülkelerinde ortak hareket edecek olan Türk-Hint sivil inisiyatifi, Türkiye’nin batı ülkelerinde eksikliğini çokça hissettiği lobicilik anlamında önemli bir katkı sağlayacaktır.

4-“Indian Space Research Organization (ISRO)” ile Türkiye’de kurulması planlan “Türk Uzay ve Havacılık Ajansı” arasında işbirliği imkanları geliştirilmelidir. ISRO, Türk Uzay ve Havacılık Ajansı için NASA ve ESA’ya oranla daha uygun bir model teşkil etmektedir.

5-Enerji koridoru haline gelen Türkiye, ciddi bir enerji pazarı olan Hindistan’ın ilgisini çekmiş durumda. Hindistan’ın aç olduğu enerji alanında işbirliği arayışlarına girilmesi ve genişletilmesi gerekmektedir.

6-Türkiye ile Hindistan arasında geliştirilmesi gereken diğer önemli bir alan da turizmdir. Hindistan, 100 milyon civarında zengini ile Türkiye açısından önemli bir turist potansiyeli barındırmaktadır. Bu müthiş turist potansiyeli Türkiye’ye taşınmalıdır.

Pakistan, Türk-Hint yakınlaşmasında göz ardı edilmemesi gereken bir dengedir. Bu denge gözetilmez ve Pakistan küstürülecek olursa, Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini artırması zorlaşacaktır. Bu nedenle ilişkilerde Pakistan’ın hassasiyetleri mutlaka gözetilmelidir. 21.11.2008

İlgili İçerikler

Son Yazılar