Afganistan Müslüman Mahallesinin Sorunu

Paylaş

Dış Politika’da eksen genişleten Türkiye, Sınırsız Ortadoğu Projesi (SOP) ile Ortadoğu’da, bu hafta devraldığı Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Başkanlığı ile Avrupa’da güçlü diplomasi rüzgarları estirirken, yine hafta başında İstanbul’da gerçekleşen Karzai-Zerdari zirvesi ile Güney Asya’yı da etkisi altına almaya çalışıyor. Gerek iç gerekse dış platformlarda yaşanan yoğun eksen kayması endişe ve eleştirilerine aldırmaksızın Türkiye, tarihi potansiyellerinden aldığı enerji ve referanslarla nüfuz coğrafyasını her geçen gün biraz daha uç noktalara taşıyor.

Türk dış politikasının önemli sınır ve sinir uçlarından birini de Afganistan ve Pakistan ekseni oluşturuyor. Gerek Afganistan gerekse Pakistan, Türkiye için stratejik, ekonomik ve siyasi anlamda göz ardı edilemeyecek, ilgisiz kalınamayacak ülkeler. Bölge ile olan tarihi, etnik, kültürel bağları bir yana her iki ülke de Türkiye’nin sınır karakolları mahiyetinde. İstikrarlı bir Afganistan ve Pakistan, küresel güç potansiyellerini hatırlayarak bitkisel hayattan uyanmaya başlayan bir Türkiye için uluslararası arenada her zaman güvenebileceği iki önemli müttefik ve Güney Asya’da iki önemli üs anlamına gelmektedir.

Türkiye bu yönde her iki ülkeyi de başta güvenlik olmak üzere ekonomik ve siyasi anlamda istikrara kavuşturarak, iki ülke arasında kaybolmuş güveni tekrar tesis etmeyi, ekonomik ve siyasi anlamda istikrara kavuşturmayı hedefliyor. Bu stratejiyi hayata geçirirken de dünya siyasetinde yaptırım gücü olan bir küresel güç gibi hareket ederek arabuluculuk rolünü üstleniyor. Suriye-İsrail, Azerbaycan-Ermenistan, İran – ABD arasında oynamaya çalıştığı arabuluculuk rollerinde olduğu gibi Afganistan-Pakistan arasındaki arabuluculuk rolüyle de Türkiye, dünya kamuoyuna ve özellikle de diplomasi çevrelerine Türkiye’nin önümüzdeki dönemde uluslararası diplomaside etkin bir şekilde var olacağı mesajını veriyor.

Bu mesajların Batılı çevreler tarafından oldukça iyi okunduğunu ve Türkiye’nin diplomasi adımlarının yakından izlendiğini düşünüyorum. Geçtiğimiz hafta Başkanlığına bir Türk Parlamenterin seçildiği Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) toplantılarını izlemek için Strasbourg’da idim. AKPM Genel Kurulu’nda görüşülen Ortadoğu raporu ele alınırken Batılı Parlamenterlerin Türkiye’nin özellikle Ortadoğu’da etkin bir aktör olarak rol oynamaya başladığını dile getirmeleri bunun somut örneklerinden biriydi.

Özetle Doğudan Batıya, Kuzeyden Güneye Türkiye’nin küresel ilerleyişi istikrarlı bir şekilde devam ediyor. Ancak Afganistan ve Pakistan’da devam eden savaşı sona erdirmek ve bölgeyi istikrara kavuşturmak konusunda Türkiye’nin işinin hiç de kolay olmadığını söylemek gerekiyor.

Afganistan ve Pakistan Krizinin Kökleri Derinlerde

Türkiye, Nisan 2007 yılından bu yana her iki ülkenin liderlerini İstanbul’da bir araya getirerek terör, güvenlik, sağlık ve eğitim konularında ilerleme sağlamaya çalışıyor. Ancak, Afganistan ve Pakistan’daki sorunları analiz edecek olursak yaşanan sorunların iki ülke ilişkileri ile ilintili olmaktan öte küresel güçlerin bölgesel menfaatleriyle ilişkili olduğunu görmekteyiz. Afganistan’dan başlayarak Pakistan, Hindistan, İran ve Çin’i de içine alan geniş bir coğrafyaya sirayet etmiş terör ve istikrarsızlık dalgalarının kaynağı Afganistan ve Pakistan olsaydı ve küresel güçler gerçekten bölgedeki terör ve şiddeti ortadan kaldırmak isteselerdi bu sorun 2001 yılından bugüne sarkmazdı.  Sonuçta hem Karzai hem de Zerdari ülkelerinin başına bir Amerikan projesi olarak getirilmiş liderler.  Sorunların çözümü Pakistan ve Afganistan’ın bir araya getirilmesi ve komşu ülkelerin desteklerinin alınmasıyla mümkün olsaydı, bu ülkeler üzerinde Türkiye’den daha fazla yaptırım gücü olan ABD her iki ülkeyi de bir araya getirerek, keşmekeş halini almış bu sorunu kolayca çözerdi.

Ancak kazın ayağı maalesef ki öyle değil. Sorun Afganistan ve Pakistan’ın kontrol sınırlarının çok ötesinde. Nitekim 2007 yılından bu yana Karzari ve Zeradriyi her sene İstanbul ya da Ankara’da bir araya getiren Türkiye, bölgedeki şiddet ve kaosun dinmesi noktasında pozitif bir ilerleme sağlayamamıştır.  Öyle olmadığı gibi 2007 yılından bu yana Güney Asya’da şiddetin daha da tırmanarak bölgeye yayılma trendi yakaladığını, İran, Hindistan ve Çin’i de tehdit etmeye başladığını görüyoruz. Tehdit ediyor çünkü başını ABD’nin çekmiş olduğu küresel güçler bunu böyle istiyor.

Sorunun Kaynağı Bölgedeki Yabancı Güçler

Daha önce de çeşitli kereler gündeme getirdiğim gibi ABD, İsrail ve diğer Batılı güçler için hem El-Kaide hem de Taliban, bölgedeki varlıklarını anlamlandırmak için bizzat kendileri tarafından yaratılmış suni gerekçelerdir. Her iki örgütün de lider kadroları gizli servislerin kontrolündedir. Bu örgütlerin lider kadrolarına bakıldığında, ya Guantanamo’dan serbest bırakılmış ya da hapishanelerden kaçmış(!) liderlerden oluştuğunu görüyoruz.  Bugün Pakistan’ı yeryüzünün en istikrarsız ülkesi haline getiren Pakistan Taliban Hareketi’nin kurucusu  Abdullah Mehsud, 2001 yılında ABD’nin Afganistan’ı işgali sırasında yaralı olarak yakalanmış, 2004 yılına kadar Guantanamo’da tutulmuş ve 2004 yılında serbest bırakıldıktan sonra Pakistan’a dönerek Pakistan Taliban Hareketi’ni kurmuştur. Yine, terörle mücadelenin yeni cephesi ilan edilen Yemen’deki El Kaide oluşumun lideri de yıllarca Guantanamo’da tutulduktan sonra sosyal rehabilitasyon adı altında serbest bırakılarak Yemen’e gönderilmiş diğer bir deyişle cepheye sürülmüştür. Yemendeki El Kaide oluşumun ileri gelenlerinin birçoğu hapishanelerden kaçmış (!) El Kaide üyelerinden oluşuyor. Bu örgütlerin savaşçı kadroları ise gerçekte bölgedeki Amerikan ve yabancı güç varlığını ortadan kaldırmak için savaştıklarını sanıyorlar. Üzerlerine döşenen bomba düzenekleri ile kentlerdeki çarşı ve pazarlara, hatta ibadethanelere saldırarak kadın, çocuk yaşlı demeden sivilleri yok ediyorlar. Ortaya çıkan bu şiddet iklimi ise küresel güçlerin bölgedeki varlığına bir gerekçe oluşturuyor. Ve bu şekilde kendi yarattıkları bahanelerle diledikleri yerde terörle savaş adı altında yeni cepheler açıyorlar. Şiddet ve kaos devam ettiği sürece bölgedeki yabancı güç varlığı için gerekçeler yaratılmış oluyor. Tabi ki bu daha fazla asker, daha fazla işgal anlamına geliyor… Afganistan ve Pakistan’ı içine alan bölgedeki sadece Amerikan askeri varlığı 2010 sonuna kadar 100 Bin’e ulaşacak. Özetle bölgeye büyük bir sevkiyat ve yığınak gerçekleşiyor.

Peki terörle mücadele, El Kaide ya da Taliban birer bahane ise asıl amaç ne?  Asıl amaç daha önce de çeşitli kereler vurgu yaptığım gibi özetle:

1- Pakistan’ın nükleer silahları,
2- İran’ın Irak ve Körfez’den sonra Afganistan ve Pakistan üzerinden de kuşatılarak çembere alınması ve istikrarsızlaştırılması,
3- Dünya üzerindeki Amerikan hegemonyasını tehdit edecek şekilde ekonomik ve siyasi anlamda büyüyen Çin (Urumçi olayları) ve Hindistan’ın (Mumbai baskını) istikrarsızlaştırılması ve
4- Orta Asya’daki enerji kaynaklarının ve rotalarının küresel güçlerin menfaatleri doğrultusunda şekillendirilmesi.

Afganistan ve Pakistan’da yaratılmış kaos ortamının asıl hedefleri bunlarken Türkiye’nin bu şartlar altında Afganistan-Pakistan zirveleriyle bölgeye kalıcı bir barış getirmesi mümkün görünmüyor. Bu noktayı görmekle birlikte bölge halkının acılarının dindirilmesi, sağlık, eğitim ve altyapı konularında ilerlemenin sağlanması ve Türkiye’nin bölge üzerindeki etkinliğini sürdürmesi ve artırması adına Türkiye’nin Afganistan-Pakistan çabaları oldukça yararlıdır.

Yeni Taliban Stratejisi Gerçekçi Değil

İstanbul’da gerçekleşen Karzai-Zerdari zirvesini müteakip yine hafta içinde Londra’da 60 ülkenin dış işleri bakanlarının katılımıyla gerçekleştirilen Afganistan zirvesinde yeni bir Afganistan stratejisi görüşüldü. Bu stratejiye göre teröre bulaşmamış (nasıl anlaşılacaksa!) Taliban üyelerinin affedilmesi, iş ve eğitim fırsatı sunulması amaçlanıyor. Bu şekilde rehabilite edilecek olan Taliban üyelerine kendi köylerini korumaları için (Türkiye’deki koruculuk sistemi benzeri) maaş ödenmesi de yeni stratejinin bir parçası. Söz konusu strateji, maalesef başına yeni eklenerek 3 ay da bir değiştirilen ve dünya kamuoyunun önüne Afganistan için yeni bir çözüm formülü diye sunulan gerçeklikten uzak taslaklardan öte bir şey değil.

Gerçekten Talibanla uzlaşı aranıyorsa, Afganistan’a barış ve huzurun getirilmesi  hedefleniyorsa neden bir yandan da bölgedeki yabancı askeri varlığının azaltılması yerine artırılması yoluna gidiliyor.  Bölgede gerçekten sükunet ve uzlaşı aranıyorsa bölgedeki yancı güç varlığının azaltılması yoluna gidilmesi gerekmez mi? Bu durumda 2009 yılı sonunda Afganistan’a gönderilen ek 30 bin kişilik Amerikan askeri varlığını neyle açıklayacağız? 70 bin civarında olan Afganistan’daki Amerikan askeri varlığının 2010 yılı sonuna kadar 100 bine çıkartılması hedefleniyor. Bunu uzlaşı arayışı şeklinde mi algılamalıyız?

ISAF yerine İKÖ Barış Gücü

Tüm bu açılardan bakıldığında görülüyor ki Afganistan ve Pakistan’daki sorunun asıl kaynağı bölgede sayıları her geçen gün daha da artırılan yabancı güçlerin varlığıdır. Yabancı güçler bölgeden tamamen çekilmeden Güney Asya’ya barış ve huzurun gelmesini, istikrarın hakim olmasını beklemek hayaldir. Özellikle Afganistan’da NATO, ABD ve ISAF bölge halkının güvenini kaybetmiştir. Batılı güçler gerçekten bölgede barış ve huzur istiyorlarsa hiç vakit kaybetmeden bölgeden çekilmeli ve yerlerini İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) çerçevesinde oluşturulacak barış gücüne bırakmalıdırlar.

İKÖ, vakit kaybetmeden 2 aşamadan oluşan bir “Afganistan Islah ve Kalkınma Stratejisi” hazırlamalıdır. Bu aşamalardan ilki güvenlik, sağlık, eğitim, altyapı ve istihdam alanlarında iyileştirme çalışmalarını kapsamalıdır. İkinci önemli aşamada ise Afganistan’ın gelecek 10 yılı siyasi anlamda planlanarak ülkenin dokusuna uygun bir yönetim biçimi belirlenmeli, ülke içindeki gerekli uzlaşı ortamı yaratılmalı ve ülke yönetimi gerçek sahibi olan Afgan halkına teslim edilmelidir. Bu stratejik plan içerisinde bölgenin silahlardan arındırılması ve uzlaşı sonrası evlerine dönecek Taliban ya da El Kaide mensuplarının mutlaka bir sosyal rehabilitasyon sürecine tabi tutulması noktası da göz ardı edilmemesi gereken hayati hususlardır.

Batılı ülkelerin Afganistan harcamaları 400 milyar dolara ulaşmış durumda. Bölgeden çekilmezlerse bu harcama artarak devam edecek. ABD başta olmak üzere, Afganistan’da bulunan Batılı güçler bölgede kalıcı bir barış konusunda samimilerse Afganistan’daki  güçlerini çekerek buradaki askeri varlığa ayırdıkları kaynakları Afganistan’ın İKÖ kontrolünde yeniden yapılandırılmasına destek olarak sunmalılar.
Yaklaşık 3 senedir GASAM olarak Afganistan’a ilişkin tüm analiz ve yorumlarımızda İKÖ’nün sorumluluk almasını ve İKÖ çerçevesinde oluşturulacak bir barış gücünün Afganistan’a yerleştirilmesini önerdik. Hafta içinde İKÖ Genel Sekreteri Sayın İhsanoğlu’ndan bu yönde düşünceler taşıdıkları yönünde sevindirici açıklamalar geldi. Üye ülkelerden çatlak sesler gelse de İKÖ bu yönde cesur adımlar atmalıdır. İKÖ çerçevesinde oluşturulacak Afganistan barış gücünün asıl önemi yıllar sonra algılanacaktır(!)

Afganistan’da çözüm hem çok kolay hem çok zor. Zor çünkü Batılılar tarafından yürütüldüğü öne sürülen terörle mücadele işin bahanesi. Asıl hedef küresel güçlerin bölgesel menfaatleri. Kolay çünkü yabancı güçlerin bölgeden çekilip yerlerine İKÖ Barış gücünün yerleştirmesi bölgeye ilişkin birçok sorunu kısa sürede çözecektir.

Afganistan, Müslüman mahallesinin bir sorunudur. Ve bu sorun ancak mahalle sakinlerince çözülebilir… 28.01.2010

İlgili İçerikler

Son Yazılar