Afganistan’da zoraki barış

Paylaş

ABD, Taliban’a silah vermekle suçladığı Rusya, nüfuz savaşına girdiği Çin, ambargo uyguladığı İran ve teröristlere destek verdiğini iddia ettiği Pakistan’la işbirliği yapmaya mecbur kaldı.

Enerji kaynaklarına, pazarlarına ve transit nakil hatlarına yönelik egemenlik savaşı, tüm hızıyla sürüyor. Bu mücadelenin göründüğü coğrafyalardan biri olan Avrasya’nın enerji ve doğal kaynakları, gerek deniz ticareti gerekse diğer transit nakil yollarıyla dünyanın diğer kıtalarına taşınıyor. Dünya nüfusunun yüzde 75’inin yaşadığı bu pazara hakimiyet kurma isteği, egemenlik mücadelesinin önemli bir yüzü. Bölgedeki çatışmalara baktığımızda da, ABD ve diğer küresel güçler arasındaki mevcut egemenlik mücadelesinin, Hint okyanusundan Sibirya’ya uzanan geniş bir Avrasya coğrafyasının farklı noktalarında cereyan ettiği görülüyor.

ABD’nin ekonomik geleceğinin Asya-Pasifik ve Ortadoğu bölgelerinde yattığını öne süren uzmanlara göre, bu iki bölgede ağırlığını hissettiremeyen bir Amerika’nın ulusal güvenliği tehlikeye düşer. Bu nedenle her iki bölgenin kontrolü için “radikal, kökten dinci” İslam ve Çin, birer düşman efsanesi olarak üretildi.

ABD’nin Afganistan’a müdahalesini bu zaviyeden görmek veya göstermek, yanlış bir durum teşkil etmeyecek. Uzun yıllar işgal ve iç savaştan yorulan halkın umutlarını yeşertecek milli hareketleri tekrar sahneye çıkartacak 2018 seçimleri, Afganistan’ın son çaresi olarak görünüyordu. Ancak ülkenin yüzde 40’ında söz sahibi olduğu söylenen Taliban, daha seçimin birinci gününde ortaya bir tablo koydu ve bu tablo, Afganistan elitlerine çok şey öğretti; siyaset meydanına inen Afganistan elitleri, mevcut siyasi rejimin ülkeyi ancak yabancı güçlerin önderliğinde yönetebileceklerini anladı.

Bu açıdan baktığımızda Afganistan’da “yerli” bir çözümün ya da en azından bu yöndeki arayışların umut bağlanabilecek tek senaryo olarak kaldığı söylenebilir. Afganistan’daki barış sürecinde varlığını sürdürmek isteyen ABD, Taliban’la doğrudan görüşmelere başlayarak, kendisinden rol çalmak isteyen Rusya’nın önüne geçmeyi planladı. Rusya ve Pakistan’ın kontrolünde yürütülmesini istemeyen ABD’nin Talibanla Ekim 2018’deki görüşmesi sonuçsuz kalsa da, barış sürecinde yer alması bakımından, hızlı adımlar atmış oldu.

“Barış görüşmeleri için ön şartımız ABD’nin ülkeden çıkmasıdır” sözünde direnen Taliban’ın, “ABD’nin Afganistan’daki sivillere yönelik saldırılarına sessiz kalmayacaklarını” ifade etmesi ve “Afganistan’daki ABD varlığının komşu ülkeler için de bir tehdit olduğu” tezini savunması, Taliban’ın, ABD’nin karşı cephesine yakın durduğuna işaret ediyor.

ABD, devirdiği masaya oturmak zorunda kaldı

ABD Başkanı Donald Trump’ın üst perdeden bir ses tonuyla 21 Ağustos 2017’de açıkladığı yeni Afganistan stratejisinin üzerinden daha 1,5 yıl bile geçmeden, yerel ve bölgesel güçlerin de zorlamalarıyla, Taliban ile konuşması gereken düzeye geri geldi.

ABD’nin Afganistan’daki başarısızlığının temel sebepleri arasında; 60 yıllık müttefiki Pakistan’ı Afganistan’daki başarısızlığının ‘günah keçisi’ seçmesi, Taliban’ı terör örgütü kategorisinde değerlendirmesi, ülke barışına katkısağlayabilecek yerel aktörleri ve bölge ülkelerini yeni stratejisinde dışlaması gösterilebilir.

ABD’nin Güney Asya ve Pasifik’te giderek artan Çin nüfuzuna karşı, Pakistan olmadan Afganistan sorununun üstesinden gelemeyeceğini anlamak istememesi, güçlü bir denge stratejisi oluşturmasına engel oluyor.

ABD, Taliban’a destek verdiği ve topraklarında barındırdığı iddiasıyla suçladığı ve yardımları kestiği Pakistan olmadan Afganistan’da hedeflerine ulaşamayacağını anladı. ABD, Suriye’de olduğu gibi, Taliban’a silah vermekle suçladığı Rusya, nüfuz savaşına girdiği Çin, ambargo uyguladığı İran ve teröristlere destek verdiğini iddia ettiği Pakistan’la işbirliği yapmaya mecbur kaldı.

ABD, daha önce sadece Pakistan ile egemen taraf olarak oturacağı Taliban’la barış masasına, şimdi Moskova, Pekin ve Tahran ile birlikte oturmak zorunda kaldı. ABD diğer taraftan Körfez ülkelerinin mali nüfuzunu kullanarak bölgede aleyhine gelişen dengeleri lehine çevirmenin yollarını aramakta.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Afganistan Özel Temsilcisi Zamir Kabulov’a göre Taliban, mevcut durum itibarıyla politik bir güç olma hakkını elde etti. Zira Kabulov’a BM Güvenlik Konseyi’nin “Afganistan anayasasını tanıma, silah bırakma ve uluslararası terör gruplarıyla bağlarını koparma kararı” şartlarından biri olan uluslararası terörist gruplarla bağlarını kopardı. Kabulov’a göre, “yok edileceği” endişesiyle silah bırakmaya yanaşmayan, mevcut anayasanın yeniden yazılmasını isteyen Taliban, “Hoşumuza gitsin ya da gitmesin gerçek politik silahlı bir güç”.

Afganistan’da birçok etnik yapı var. Peştunlar, Tacikler-Hazaralar ve Özbekler bu etnik grupların önde gelenleri. Dolayısıyla ülkede iç barışının sağlanmasına yönelik arayışlar çerçevesinde, işaret edilen etnik unsurların biçimlendirdiği toplumsal dinamikleri ve elbette Taliban faktörünü dikkate almak gerekiyor.

ABD ve müttefiklerinin Afganistan’da barış süreci üzerine yaptıkları hesaplarda yanılgıya düştükleri başlıca husus, sahada savaşanların/siyaset yapanların, halk üzerindeki etkisini göz ardı etmeleriydi. Eski stratejiyi yeni gibi göstererek 18 yıllık hatalı politikalarında ısrar etmenin fayda vermeyeceğini anlayan ABD’nin, Afganistan stratejisindeki “U” dönüşünü, ABD halkına ikinci bir Vietnam sendromu yaşatmama kaygısı olarak görebiliriz. Nitekim, Afganistan macerasında etekleri tutuşan süper güç ABD için, yıllar önce Afganistan’da devirdiği barış masasına bu şartlarda oturmak zorunda kalması çok ağır ve ciddi bir itibar kaybı demektir.

Taliban’ın barış şartları

Taliban, ABD ile masaya oturmasının ön şartı olarak Afgan hükümetinin ülkeden yabancı birliklerin çekilmesi hususunda ABD ile bir takvim üzerinde anlaşmasını, güven artırıcı önlem olarak tüm siyasi tutsakların serbest bırakılmasını ve 1997’den bu yana kendilerine uygulanan yaptırımların kaldırılmasını talep ediyordu.

Taliban’ın ABD ve müttefiklerinin ülkeyi terk etmelerindeki ısrarı önemsenmeli.Uluslararası bir hakkın korunması amacıyla başlatılan “özgürleştirme girişimi”, ülke egemenliğinin yerle bir edildiği ciddi bir tehdit haline gelmiştir. Ülke egemenliğini yitiren bir yönetimin, Afganistan gibi kabile özgürlüğü ve savaş tecrübesi olan bir halk üzerinde birlik kurması ve sınır kontrolüne imkan vermesi imkansızdır.

Taliban’ın demokrasi sınavı?

ABD’nin Afganistan Özel Temsilcisi Zalmay Halilzad, 26 Ocak 2019’da Taliban temsilcileriyle Katar’da yapılan son görüşmede, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi, ateşkesin sağlanması ve ülkedeki diğer terör örgütlerinin yok edilmesi konularının konuşulduğunu belirtmişti. Halilzad, Afganistan hükümetinin Talibanla doğrudan diyalog başlatılması için ciddi çaba gösterdiğini açıklamıştı.

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de yaptığı bir açıklamada, NATO’nun, ABD ile Taliban arasında devam eden görüşmeleri memnuniyetle karşıladığını ve bu görüşmeleri desteklediklerini duyurmuştu.

Müzakerelerin olumlu sonuçlandığını ve ABD’nin en kısa zamanda Afganistan’dan çekildiğini varsaysak bile, masaya oturulup anlaşma detaylarına geçildiğinde, bu anlaşmaların sürdürülebilir düzlemde tutulabilmesi ve uygulanabilirliği hususunda Taliban, hükümet ve bölgedeki yerel aktörler arasında aşılması gereken ciddi sorunlar var. Altı gün süren görüşmelerin sonucunda “Afganların topraklarında terörist barındırmayacağı garantisine karşılık ABD’nin de ülkeden tamamen çekilmesi” ilkesi çerçevesinde, bir taslak üzerinde mutabık kalındığı ve Taliban’ın uluslararası terörist gruplar veya bireyler için Afganistan’ın bir platform haline gelmemesi amacıyla gerekli her şeyi yapma taahhüdünde bulunarak ABD’yi memnun ettiği” bilgileri, uluslararası kamuoyuna yansıyan gelişmelerden bazıları.

Yapılan nihai anlaşmada Taliban’ın da dahil olacağı geçici bir hükümet formüle edileceği iddiaları üzerine Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani, “Afganlar, ne bugün ne yarın ne de yüz yıl sonra geçici hükümeti asla kabul etmeyecek.” diyerek tepkisini gösterdi.

Yukarıda kullanılan ifadelerden de anlaşılacağı gibi her şeyden önce Cumhurbaşkanı Gani’nin ”Taliban’ın Afgan hükümetiyle müzakere başlatmasını istiyorum” çağrısına rağmen hala Kabil hükümetinin meşruiyetini tanımayan Taliban’la yapılacak bu görüşmelerin hangi temel üzerine oturtulabileceği hususunda çekinceleri var. Etnik yapılara göre dizayn edilen hükümet idaresinin ve farklı grupların kontrolünde olan, hükümet ve müttefik güçlerinden bağımsız, Taliban’a karşı savaşan diğer silahlı grupların konumu ne olacak?Bu da bir başka soru olarak kenarda duruyor.

1996 yılında bir elinde silah diğer elinde Kur’an’la başkent Kabil’e kadar gelen Taliban’ın, temel hak ve hürriyetler, sivil toplum ve kadının konumu ve demokratik değerler konusunda Afganistan halkını nasıl ikna edeceği merak ediliyor.

ABD’nin yüz milyarlarca dolar, binlerce asker, siyasi güç ve itibar kaybettiği Afganistan’dan enerji ihalelerinin garantisini almadan çekilmeyeceğini unutmamak lazım.

Sovyet işgalinden bu yana geçen 38 yıl gösteriyor ki, haklı ya da haksız, doğru ya da yanlış ülkedeki yabancı egemenliğine karşı başlatılan mücadele olarak adlandırılan “cihad” işin en kolay kısmıydı. Asıl mücadele savaş sonrası kurulacak ulusal uzlaşı hükümetinin ülke istikrarını sağlayacak bağımsız politikaları hayata geçirebilmesidir.

İlgili İçerikler

Son Yazılar