Domino’nun İlk Taşı: Gazze

Paylaş

Dünya tarihini incelediğinizde başta çok basitmiş gibi görünen kimi olayların çok köklü dönüşüm ve değişimleri domino etkisiyle tetiklediğini görürüz.  Mesela, dünyayı büyük bir yıkıma götüren ve yeni bir dünya düzeni doğuran, 1. Dünya Savaşı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Veliahdı Ferdinand’ın bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi ile başlamıştır. Bu açıdan bakıldığında Gazze Savaşı’nın dumanları henüz tütmeye devam ederken sonuçları itibariyle savaş, Orta Doğu’da daha önce yaşanan çatışma ve krizlerin aksine önemli bir dönüşüm sürecini başlatmış gibi görünüyor. Bu anlamda Gazze Savaşı’nın Orta Doğu’da önemli bir süreci tetikleyecek ilk domino taşı olduğunu söyleyebiliriz.

Duygusallığı ve hamaseti bir yana bırakıp, Gazze Savaşı’nın sonuçlarını analiz edecek olursak, Orta Doğu’nun geleceğine ilişkin nasıl bir manzara ile karşılaşırız? Savaşın psikolojik ve siyasi galibi kim?, Gazze Savaşı Orta Doğu’da hangi tabuları yıktı ve neleri tetikledi?, Gazze Savaşı ile Orta Doğu’da dengeler yerinden oynadı mı? Savaşın Türkiye’ye yansımaları neler olacak? Tüm bu ve benzer sorular, sıradan ve alışıldık bir Orta Doğu çatışmasıyla karşı karşıya olmadığımızın önemli bir göstergesi.

Savaşın Psikolojik ve Siyasi Galibi Kim?

Bir çatışma ya da savaşın sonuçlarının hangi tarafa daha çok yaradığına bakmak için askeri ve sivil kayıplardan çok, ortaya çıkan siyasi ve psikolojik sonuçları değerlendirmek gerekiyor. Gazze Savaşını bu açıdan değerlendirdiğimizde; orantısız güç kullanımı, Filistin kanadındaki kadın ve çocuk ağırlıklı sivil kayıplar, fosfor bombası gibi yasaklanmış kimi silahların kullanımı ve uluslararası hukuk kurallarının ihlali, İsrail’i uluslararası arenada ciddi anlamda yıpratmıştır. Gazze Savaş’ı, Orta Doğu’nun İsrail’le barış içinde ve bir arada yaşanabileceğini düşünen ılımlı kesimleri hayal kırıklığına uğratırken, ülkemizde ve dünyada İsrail’i eleştirme noktasında oldukça ihtiyatlı ve hesaplı davranan kimi medya kuruluşlarını bile pes ettirmiştir.

İnternet, geniş ve yansız haber ağları, yaygın kitle iletişim araçları, savaşın tüm detaylarını sansürsüz bir şekilde dünya kamuoyuna sunmuştur. Bu nedenle savaş daha öncekilerin aksine İsrail tarafından manipüle edilememiş, savaşın psikolojik ve siyasi galibi oluşan yoğun tepkiler nedeniyle Filistin tarafı olmuş ve antisemitizm bir bakıma İsrail eliyle tetiklenmiştir. Gazze Savaşı sonucunda dünya kamuoyu nazarında Filistin mağdur ve mazlum, İsrail ise hukuk dışı ve zalim pozisyonuna düşmüştür.

Gazze Savaşı’nın en önemli psikolojik yönü ise İsrail saldırılarının Filistin’in var olma gücünü kıramamış, bilakis daha da güçlendirmiş ve ümitlendirmiş olmasıdır. İsrail, kaybettiği psikolojik ve siyasi avantajı yeniden lehine çevirmek için parlamentolar düzeyinde antisemitizm konferanslarına başlamış bulunuyor. Bunlardan ilki 16-17 Şubat tarihleri arasında “Parlamentolararası Antisemetizmle Mücadele Birliği” (ICCA) tarafından Londra’da gerçekleştiriliyor ve Türkiye’den de bazı milletvekilleri konferansa davet edilmiş durumda. İsrail’in bu çabalarına bakıldığında Gazze Savaşı’nın psikolojik ve siyasi sonuçları bakımından İsrail’den daha çok Filistin tarafına yaradığı görünüyor.

Arap Dünyası İsrail Fobisini Yeniyor Mu?

Bundan önce gerçekleşen  İsrail savaşlarından büyük hezimetlerle çıkan Arap dünyası, 2007 yılındaki Hizbullah –İsrail savaşı ve ardından yaşanan Gazze Savaşı ile güven tazelemiş durumda. Her iki savaşta da sivilleri hedef almaktan ve kentleri bombalamaktan öteye gidemeyen İsrail, üstün muharebe gücü ve teknolojisine rağmen askeri ve stratejik başarılar elde edememiş, varlığı için tehdit gördüğü Hamas ve Hizbullah’ı ortadan kaldırmak bir yana daha da güçlendirmiştir. Bu savaşlardan gerek Hizbullah gerekse Hamas psikolojik anlamda daha güçlü çıkmış ve özgüven kazanmışlardır. Özellikle Arap dünyasında var olan “baş edilmesi güç İsrail” imajı yıpranmış ve zayıflamıştır. Hizbullah ve Gazze Savaşı tecrübeleri ile Arap Dünyası, İsrail fobisini yenmeye başlarken, İsrail’in “yenilmezlik tabusu” da ciddi yara almış gibi görünüyor.

Arap Dünyası’nda Taşlar Yerinden Oynayabilir

Gazze Savaşı Orta Doğu’nun pasif atmosferini aktif hale dönüştürmüş, diğer bir deyişle lambadaki cini uyandırmış gibi görünüyor. Gazze Savaşı, Filistin sorununa öteden beri kayıtsız ve mesafeli duran Arap yönetimleri ile halkları arasındaki görüş ayrılıklarını ve tepki dozunu daha da artırmış durumda. Arap halklarının kendi yönetimlerine olan güvenleri tükenme noktasına gelirken ortaya konulan tepkilerde de eleştirilerin dozu Gazze Savaşı ile daha da artmış durumda. Bu aşamada özellikle Mısır’da başlayabilecek bir takım halk hareketlerinin diğer Arap ülkelerini ateşlemesi ihtimal dahilindedir. Orta Doğu’da halk iradesini tümüyle yönetimlere yansıtacak rejim değişiklikleri ve hareketleri Orta Doğu’daki dengelerin önemli ölçüde değiştirebilecek bir etkendir.

Osmanlı Sonrası Türkiye Bölgede Yeniden Etkin

Gazze Savaşı’nın düşürdüğü taşlardan biri de Osmanlı sonrası Türkiye’nin Orta Doğu politikalarına ve Arap-İsrail ilişkilerine ilk kez doğrudan ve etkin bir şekilde girmesi oldu. Türk – İsrail ilişkileri bundan önce hiç olmadığı kadar gerilmiş ve karşılıklı restleşmelere dönüşmüştür. Türkiye’nin Hamas üzerinden Filistin’e verdiği yoğun destek ve Türk-İsrail ilişkilerinde yaşanan bu sapma, Arap yönetimlerin pek işine gelmese de Arap toplumları arasında Türkiye ve Başbakan Erdoğan önemli bir sempati ve güven kazanmıştır. Mail guruplarında Gazze Savaşını tartışan Arap gençleri ve sokaklardaki halk kendi liderlerini hainlikle suçlarken  Orta Doğu’daki yeni kahramanlarını Erdoğan olarak ilan etmiş bulunuyorlar. Bu yakınlaşma Osmanlı sonrası planlı bir şekilde dondurulmuş Türk-Arap ilişkilerinde erime ve çözülme sürecini başlatmış gibi görünüyor. Bu analizi Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Toplantısı (AKPM) için bulunduğum Strazburg’da kaleme almış bulunuyorum. AKPM Türk Delegasyonu ile konsey binasından kaldığımız otele doğru yol alırken bindiğimiz taksinin Mağripli şoförü, Türk olduğumuzu öğrenince Başbakan Erdoğan’ın ismini zikrederek ve Filistin davasına verdiği destekten dolayı para almak istemedi. Bu olayı yaşadığımız da Başbakan’ın Davos çıkışı henüz yaşanmamıştı. Başbakan Erdoğan’ın Davos çıkışı ve kararlı Orta Doğu politikası Türkiye’yi bölgesinde çok daha etkin ve söz sahibi bir ülke haline getirecektir. Türkiye artık Orta Doğu’da gündemi belirlenen değil gündemi belirleyen bir ülkedir.

İKÖ, Kriz Fırsatlarını Değerlendirebildi mi?

İslam Konferansı Örgütü (İKÖ)’nün mevcut yapılanmasıyla Orta Doğu’daki krizlere etkin bir şekilde müdahale edemediği, kaos sürecini yönlendiremediği bir kez daha gözlenmiş oldu. Kriz ve kaos ortamları, haklı gerekçeler yaratarak normal zamanlarda atılması zor bir takım adımlar için uygun ve haklı zeminler hazırlar. Gazze Savaşı ile uluslararası hukuk kurallarının da çiğnendiği insanlığa yönelik bir saldırı ve tecavüz girişimi yaşanmıştır. İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği sivil katliamı ve uluslararası hukuk ihlallerine seyirci kalan Batı’nın sessizliğini gerekçe göstererek İKÖ, Batı’nın tedirgin olduğu ve tepki gösterdiği siyasi yapılanmasını bir üst seviyeye taşıyabilmeliydi. Güçlü Ak Parti iktidarında ve Türkiye’nin dönem başkanlığını yürüttüğü bir süreçte İKÖ’nün pasif dönemden aktif döneme geçmesi beklentisi şu aşamada gerçekleşmiş gibi görünmüyor.

Orta Doğu’da Kalıcı Barış ve İstikrar İçin Denge Şart

Uluslararası ilişkiler kuramında barış ve istikrarın temel kaidesi “Balance of Power” yani “Güç Dengesi”dir. Güç dengesinin taraflardan birinin lehine değişmesi ve kayması istikrarsızlık ve kaos üretir. Buna verilecek en güzel örnek Pakistan ve Hindistan örneğidir. Her iki ülke 1980 yılına kadar Keşmir meselesi yüzünden 3 kez konvansiyonel savaşa giderken, bu tarihten sonra her iki ülkenin de nükleer yeteneğe kavuşmasıyla birlikte kapsamlı bir savaş yaşanmamıştır. Diğer bir deyişle nükleer yetenek, iki ülkenin de savaş kapasitesi ve gücünü bir anda dengelemiş ve eşitlemiştir. Yine 2. Dünya Savaşı sonrası tüm gerilimlere rağmen, ABD ve SSCB arasında konvansiyonel bir savaşın yaşanmamış olmasının en önemli nedeni, oluşmuş nükleer güç dengesidir.

Osmanlı sonrası Orta Doğu’da yürütülen planlı doku çalışmaları neticesinde bölgede İsrail’i dengeleyecek tüm güçler nerdeyse felç edilip etkisiz hale getirilmiştir. Bu sayede, oluşturulan otorite boşluğu tek başına İsrail tarafından doldurulmuş ve ortaya çıkan güç dengesizliği Orta Doğu’yu dünyanın kriz merkezi haline getirirken, İsrail’i bölgedeki tüm hedeflerini gerçekleştirme noktasında cüretkar, rahat ve korkusuz kılmıştır.

Orta Doğu’da oluşmuş bu güç dengesizliğini ortadan kaldırmak ve dengeyi yeniden tesis etmek için radikal karalar alınması ve bu kararların cesur adımlarla büyük bir kararlık içinde uygulanması gerekmektedir. Bu yönde izlenecek stratejilerin, aktörlerin ve rollerin doğru belirlenmesi, hareketlerin ve adımların iyi ölçülmesi önemlidir. İvme ve güç kazanmış Orta Doğu çarkını önce durdurmak, sonra geriye doğru çevirmek anlamına gelen bu dönüşümü gerçekleştirmek zor olsa da, “imkansız” değildir ve buna inanmak gerekmektedir.

Başbakan Erdoğan’ın Davos Çıkışı ve Yahudi Lobileri

Strazburg’da kaldığım otel odasında analizin sonuç bölümünü kaleme almaya hazırlandığım sırada, dünya televizyonları Başbakan Erdoğan’ının Davos çıkışını son dakika haberi olarak geçmeye başladılar. Başbakan Erdoğan’ın çıkışı ve İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’in Erdoğan’ı arayarak özür dilemesi, Orta Doğu’da önemli bir sürecin başladığının bir başka göstergesi.

Ancak bu sürecin Türkiye açısından kolay bir süreç olmayacağını da görmek gerekiyor. Davoş çıkışının da ardından ABD ve Avrupa’da bulunan Yahudi Lobileri, Türkiye aleyhine yoğun bir çalışma başlatacaklardır. Bu anlamda Türkiye’nin her türlü provokasyona ve özellikle uluslararası arenada önüne çıkarılacak engellere hazır olması gerekmektedir. Özelikle Arap ülkelerle ilişkilerin daha da geliştirilmesi yönünde çabalar yürütülmesi ve İKÖ’nün aktif ve etkin hale getirilmesi gerekmektedir.

Özetle Gazze Savaşı, Orta Doğu’da çok önemli bir süreci tetikleyen ilk domino taşı olmuştur. Orta Doğu’da dengeler artık yerinden oynamıştır. Bu anlamda dünyanın kendisini yeni bir Orta Doğu’ya hazırlaması kaçınılmaz gibi görünüyor. 29 Ocak 2009

İlgili İçerikler

Son Yazılar