Analiz, Hindistan’ın Hint Okyanusu’na yönelik geliştirmekte olduğu stratejilerinin İran örneklemi üzerinden bir boyutunu ele almaktadır. Bu eksende, Hindistan’ın Çin ve Pakistan tehdit algıları ile Amerika Birleşik Devletleri’nin Hindistan ve İran yaklaşımı, analizin işlenmesine bir çerçeve oluşturmuştur.

“Denizlere hükmeden dünyaya hükmeder.” tabiri, tarihin önde gelen deniz stratejisti Alfred Thayer Mahan tarafından mı yahut ünlü Türk denizci Barbaros Hayrettin Paşa tarafından mı söylenmiştir ihtilafı devam ededursun, söz konusu şiarı, tıpkı diğer birtakım aktörler gibi, Hindistan’ın da olanakları dâhilinde içselleştirdiği görülür.

Hindistan, Hint Okyanusu’nda güneye doğru 2 bin km ötesine çıkıntı yapan görüntüsüyle bir yarımada konumundadır. Anakarası ve birlik bölgeleri ile birlikte toplam 7.516 km kıyı hattı uzunluğuna sahiptir. Okyanusun kuzey kesiminin tam ortasında yer alır. Hint Okyanusu’nun karakterini de belirleyen Hindistan’ın, coğrafi konumu ve jeopolitik yapısı nedeniyle denizden gelebilecek tehditlere açık olması hassas yönünü oluşturur. Okyanus üzerindeki merkezi konumu ise kuvvetli yönünü, dolayısıyla jeopolitik avantajını meydana getirir.

Önde gelen Hint tarihçi Kavalam Panikkar’ın “Hindistan, 16. yüzyılın ilk 10 yılında sulardaki hâkimiyetini kaybedene dek hiçbir zaman bağımsızlığını kaybetmemiştir.”[1] sözlerinden Hint Okyanusu’nun Hindistan’ın yumuşak karnı olduğu çok net anlaşılmaktadır. Hindistan ticaretinin yaklaşık %90’ı deniz taşımacılığına bağlıdır. Zira Hint alt-kıtasındaki karayolları ticaret için elverişsiz ve yetersizdir. Dolayısıyla Hindistan kalkınması deniz ticaretine bağlıdır. Bunun yanısıra, Hindistan’ın ekonomik gelişimi petrol ve doğalgaz bağımlılığını artırmıştır. Tüm bu gerekçelerden ötürü, Hint Okyanusu’nun güvenliğinin Hindistan için paha biçilemez olması sugötürmez bir gerçektir. İstikrarlı bir Hint Okyanusu, Hindistan ekonomisi ve siyaseti için sigortadır.

Korsanlık ve terörizm gibi önemli tehditleri bünyesinde bulunduran Hint Okyanusu’nda Hindistan tehdit algısında Pakistan ve Çin faktörü de oldukça önemli bir sorun teşkil etmektedir. Söz konusu tüm bu tehditler bölgede ticaret akışını önemli ölçüde sekteye uğratma potansiyeline sahiptir. Hindistan bağlamında bu durum dehşet vericidir. Zira Hindistan, bağımsızlık sonrası uzun dönem yaşaya geldiği içe dönük yapısından kurtulmaya başlamışken; kurtarıcısı niteliğindeki Hint Okyanusu açılımları, Yeni Delhi’nin kalkınma ve büyük güç/küresel güç olma politikalarının en hassas boyutudur. Bu nedenle, Hint Okyanusu’nda liderlik hakkını saklı tutan bir Hindistan algısıyla Yeni Delhi, bir yandan gelişimini taçlandıracak her türlü stratejik adımları hesaplarken; bir yandan da diğer dinamiklerden gelen yahut gelebilecek tüm stratejik hamleleri gözetmekte ve bu hamleleri içselleştirdiği ölçüde de karşıt ataklar planlamasına girmektedir.

Çin’in, adına “İnci Dizisi” (String of Pearls) denilen stratejik hamleleri ve yine bu bağlamda Pakistan ile gelişme kaydeden ikili ilişkileri, kısacası Hint Okyanusu’ndaki artan etkisi, Yeni Delhi için tehlike çanlarının çalmaya başlamasında yeterli olmuştur. Bununla birlikte, Pekin’in Türkî devletler ile işbirliği ilişkilerini genişletme yoluyla, Xinjiang (Şincan Uygur Özerk Bölgesi) sıkıntısını ortadan kaldırmak ve bu bölgeyi istikrara kavuşturmak adına Orta Asya’daki rolünü gittikçe güçlendirmeye başlaması da Yeni Delhi’nin tehdit algısını pekiştirmektedir. Çin’in kuzeybatısında bulunan Şincan Uygur Özerk Bölgesi’nin Kaşgar kentinden başlayarak Pakistan’ın Beluçistan Eyaleti’ndeki Gwadar Limanı’na ulaşan “Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru” (China-Pakistan Economic Corridor/CPEC), Pekin Hükümeti’nin “21. Yüzyıl Yeni İpek Yolu/Kuşak-Yol Girişimi” (21st Century New Maritime Silk Road/Belt-Road Initiative) kapsamında oldukça stratejik bir hamledir. Söz konusu Kuşak-Yol inisiyatifi kapsamında bir başka stratejik hamle olan Çin’in Pakistan’da kendi sermayesi ile inşa ettiği ve 43 yıl kullanım hakkını saklı tuttuğu “Gwadar Limanı”, Pekin’in bölgede elini güçlendiren bir diğer unsurdur. Ağustos 2016 günü Çin’in ilk ticari gemisinin kıyısına demir attığı “Gwadar Limanı” oldukça stratejiktir ve onu stratejik yapan ise Orta Doğu petrollerinin neredeyse yarısının geçtiği Hürmüz Boğazı’na yakınlığıdır.

Pakistan rekabeti ve bilhassa Çin faktörü, Hindistan’ı İran’a yöneltmiştir. Global düzlemde Asya’nın yükselen iki devinden biri olan Yeni Delhi, “Uluslararası Kuzey-Güney Ulaşım Koridoru” için Tahran’a ihtiyaç duymaktadır. Kritik bir noktada bulunan İran, Orta Asya, Kafkaslar ve Orta Doğu’yu birbirine bağlayan bir pozisyondadır. Dahası, İran’ın bol kaynakları Hindistan’a önemli miktarda enerji sağlamaktadır. Hindistan’ın İran’daki ekonomik ayak izi, bölgesel bağlana bilirliğini geliştirmek, enerji güvenliğini güçlendirmek ve Avrupa pazarlarına erişim elde etmek için geliştirmekte olduğu jeopolitik hedefler çerçevesinde görülmektedir. Yeni Delhi stratejisinin en önemli parçası, Hindistan, İran ve Rusya’yı içeren, Hint malının Orta Asya’nın kuzeyine erişmesini mümkün kılarken Hindistan’a ve dünyaya taşınması için Hazar Denizi bölgesinin petrol ve gazını İran limanlarına taşıyan, “Uluslararası Kuzey-Güney Ulaşım Koridoru” (INSTC) fikrinin canlanmasıdır. “Kuzey-Güney Koridoru” temelde Hindistan’dan Rusya’ya ve İran’a, İran’dan da Hint Okyanusu’na altyapıyı artırma amaçlı bir ortak girişimi ifade eder. Bahse konu olan koridor, Süveyş Kanalı’na alternatif oluşturabilecek düzeydedir. Tamamlandığında, karayoluyla çevrili Orta Asya’daki enerji kaynaklarına, Süveyş Kanalı üzerinde mevcut rotadan çok daha hızlı, kolay ve az maliyetli erişim sağlayabilecek ve Pakistan’ı bypass ederek Hindistan’ı stratejik olarak İran ve Azerbaycan üzerinden Rusya’ya ve Rusya üzerinden Avrupa ülkelerine bağlayabilecek bir ticaret koridoru oluşacaktır.[2] Söz konusu koridor totalde 7200 kilometrelik kara, deniz ve tren yolu güzergâhlarından oluşmaktadır.

Yeni Delhi’nin Tahran yaklaşımı, bölgede Çin ve Pakistan’ı devre dışı bırakan bir strateji olarak tezahür eder. Bunun en güzel örneğini İran’ın güneydoğusunda bulunan Chabahar (Çabahar) Derin Deniz Limanı teşkil etmektedir. Basra Körfezi’ni Hint Okyanusu’na açan Umman Denizi kıyısındaki Çabahar Limanı gerek Hindistan gerek İran gerekse Afganistan için ziyadesiyle stratejik öneme haizdir. Delhi Hükümeti, bahsi geçen limanın genişletilmesi adına önemli yatırımlarda bulunmaya başlamıştır. Hindistan, Basra Körfezi’nin güvenliğinden emin olmak istemektedir. Körfezin güvende olması İran’a da avantaj sağlayacaktır. Zira körfezin bir diğer komşusu, söz gelimi İran’ın karşı komşunun, yani Suudi Arabistan’ın, aynı zamanda ezeli düşmanı da olduğu düşünüldüğünde, limanın geliştirilmesi ve güvenliğinin sağlanması tüm taraflar için oldukça stratejiktir. Yeni Delhi’nin yatırımlarıyla geliştirilen Çabahar Limanı, Tahran’a bölge rekabetinde güç sağlayacak ve enerji pazarında ise görünürlüğünü artıracaktır. Diğer taraftan, deniz bağlantısı avantajına sahip olmayan Kabil’i uluslararası alana açacaktır. Söz konusu limanın Hindistan için önemi ise bölgedeki Çin hâkimiyetine ket vuracak düzeyde olmasıdır. Hindistan’ın Orta Asya’ya açılan kapısı Çabahar Limanı, Pakistan’ı saf dışı bırakarak Afganistan çevresinde etki alanını genişletmesi hususunda Yeni Delhi’nin elini fazlasıyla güçlendirecek niteliktedir.

23 Mayıs 2016 tarihinde İran’ın başkenti Tahran’da Hindistan, İran ve Afganistan üçlüsü tarafından imza edilen Çabahar Anlaşması, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani tarafından “üç ülke için bahar” olarak nitelenmiştir. Zira bölgede dört mevsim yaşandığından ve sıcaklık değişiminin minimum düzeyde olmasından dolayı Çabahar, ‘dört bahar’ anlamına gelmektedir. Söz konusu anlaşma ile liman tesislerinin inşası ve limanın büyük bir aktarma merkezi haline getirilmesi, kuzeye kıta içine çıkacak kara ve demir yollarının inşası ile Çabahar Serbest Ticaret Bölgesi’nin oluşturulması hedeflenmiştir. Ruhani’ye göre bu anlaşma salt ekonomik temelden ziyade aynı zamanda siyasi anlamda bölgesel bir belge niteliğindedir. Zira bölgenin kalkınması adına bölge imkânlarının kullanılmasına da olanak tanıyabilecek siyasi bir potansiyel de barındırır. Yeni Delhi yatırımları ile Hindistan ve Afganistan’ı İran üzerinden deniz ve karayolu ile birbirine bağlamak fikrinin somut bir ifadesi olan söz konusu anlaşma ile Tahran, Yeni Delhi’ye Orta Asya ile bağlantısını güvenli bir şekilde gerçekleştirebileceği vadini vermiş olmaktadır.

Çabahar, Hindistan’ın İran ile 2000’li yıllardan itibaren başlamış olan stratejik işbirliğine yönelik adımlarının bölgesel boyuta evrildiğinin bir göstergesidir. Hindistan-İran stratejik işbirliği adımlarının başlangıcı, 10 Nisan 2001 tarihinde imza edilen Tahran Deklarasyonu ile 25 Ocak 2003 günü imzalanan Yeni Delhi Deklarasyonu’dur. Çabahar Limanı’nın ortak çaba ile geliştirilmesi, Yeni Delhi Deklarasyonu’nun bir tezahürüdür. Hayata geçirilen bir diğer 2003 hedefi ise, yani söz konusu bildirinin bir diğer tezahürü ise Delhi-Tahran ilişkisinin Kabil yönünde genişletilmesidir. Bu sayede Orta Asya’dan ziyade Hint alt-kıtasının bir parçası olarak gördüğü[3] Afganistan üzerinde, dolayısıyla Kabil üzerinden Orta Asya bölgesinde etki alanını genişletme imkânı bulabilecek olan Hindistan, Pakistan ve Çin karşısında avantaj sağlayacaktır.

Bu verilerle birlikte söz konusu gelişmelere başka bir boyutta bakılacak olduğunda, Hindistan-İran 2003 hedeflerinin hayata geçirilmeye başlamasının neden 2016 yılını bulduğu irdelenebilir. Burada da şüphesiz Amerika Birleşik Devletleri (ABD) faktörü devreye girmektedir. Washington Yönetimi’nin gerek Hindistan gerekse İran politikaları, Yeni Delhi-Tahran gelişmelerini yakından etkilemiştir. 2005 yılının Temmuz ayında Hindistan Hükümeti ile ABD’nin imzaladığı “Sivil Nükleer İşbirliği Çerçeve Anlaşması” tüm dengeleri değiştirmiştir. Bu anlaşma Hindistan özelinde düşünüldüğünde oldukça olumlu bir gelişme iken; Yeni Delhi’nin İran ile ilişkileri bağlamında değerlendirildiğinde ise, söz konusu ikili ilişkilere gölge düşürecek mahiyettedir. Nitekim Hindistan-İran ilişkilerinin gelişmesine de ket vurmuştur.

1969 yılında ilk nükleer enerji santralini devreye sokan Delhi Hükümeti, 18 Mayıs 1974 tarihinde ise “barış amaçlı” olduğunu duyurduğu bir nükleer tatbikat yaparak “Smiling Buddha” (Gülümseyen Buda) kod adlı bombayı Pakistan sınırları yakınında bulunan “Pokhran” şehri sınırları içindeki çölde patlatarak ilk yer altı nükleer denemesini (Pokhran-I) başarılı bir şekilde gerçekleştirmiştir. Akabinde, 11 ve 13 Mayıs 1998 tarihleri arasında “Shakti-98” denemelerini gerçekleştirmiştir. Yani Delhi Hükümeti beş nükleer cihazı patlattığını ve nükleer silahlara sahip olduğunu açıklamıştır. Başlangıçta tüm bu gelişmeler Beyaz Saray’ın şüphesiz hiç hoşuna gitmemiştir. Ancak ABD Hükümeti ilk başta Hindistan’ın izlediği nükleer politikalara karşıt bir siyaset güderken sonrasında durum tersine dönmüştür. Bu noktada Çin faktörünün devreye girdiğini söylemek yeterlidir.

“Stratejik ortaklık” temelinde imzalanan 25 Temmuz 2005 tarihli “ABD-Hindistan Nükleer İşbirliği Anlaşması”, buna ek olarak 2005-2006 tarihlerinde çıkarılan “Hyde Yasası” (ABD-Hindistan Barışçıl Atom Enerjisi İşbirliği Yasası) ve son olarak 3 Mart 2006 tarihinde vücuda gelen “Hint-Amerikan Nükleer Paktı”, Yeni Delhi’nin nükleer politikalarına yönelik değişen Washington yaklaşımının somutlaşmış en nadide örneğini teşkil eder. Ancak Hindistan özelinde oldukça avantajlı ve prestijli olan bu kazanımlar, Yeni Delhi’nin Beyaz Saray’a “İran” gibi “istikrarsız” devletlerle enerji ilişkilerini azaltma sözü verdiği düşünüldüğünde ise ABD-Hindistan arasındaki söz konusu bu gelişmeden Tahran Yönetimi’nin hiç de hoşnut olmadığı tartışmasızdır. Zira bu bağlamda Hindistan, 24 Eylül 2005 tarihinde Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) tarafından gündeme getirilen İran’a nükleer silahsızlanma tedbirleri anlaşmasının uygulanması hususunda ABD ile birlikte kabul oyu vermiştir. Benzer şekilde, 2006 yılının Şubat ayında İran nükleer dosyasının UAEK’den Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) sevk edilmesi hususunda da Hindistan’ın oyu yine İran’ın aleyhine olmuştur. Her ne kadar Yeni Delhi Hükümeti’nin Tahran aleyhine atmış olduğu bu adımlarının İran ile uluslararası toplum arasındaki olası bir çatışmaya mahal vermemek niyeti taşıdığını ifade etmiş olsa da İran tarafında, Hindistan’ın kendisiyle olan ikili ilişkilerinde ABD etkisiyle geri adım attığı yönünde bir anlayış oluşmuştur. Bunlara ek olarak, nükleer programı nedeniyle İran yaptırımlarına Hindistan da katılmaktan geri durmamıştır. Şüphesiz Delhi Hükümeti’nin gelecek vizyonu dâhilinde Batı ile olan ticari ve stratejik ilişkilerini de düşünerek hareket etmesi kendi inisiyatifindedir. Ancak Yeni Delhi’nin İran’a yönelik uygulana gelen yaptırımlara katılıyor olması, Tahran ile ilişkilerini de önemli ölçüde sekteye uğratması anlamına gelmektedir.

14 Temmuz 2015 tarihinde BM Güvenlik Konseyi’nin daimî üyesi ve resmi olarak nükleer silaha sahip olan beş ülke ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin ile birlikte Almanya, yani P5+1 ülkeleri ile İran arasında imza edilen Viyana Anlaşması, Hindistan’ın İran ile olan ikili ilişkilerinde de yeni bir sayfa açılabilmesine sebebiyet vermiştir. Söz konusu anlaşma ile Tahran Hükümeti, nükleer faaliyetlerinin askeri boyutunu, yani atom bombası üretme teşebbüslerini durdurmayı kabul etmiştir. Bu taahhüdün karşılığı olarak da 2006 yılından bu yana maruz kaldığı yaptırım ve ambargolar silsilesinden 2017 yılına değin kurtulmuştur.

Yukarıda sözü edilen P5+1 ile İran arasındaki olumlu gelişme ile birlikte Delhi-Tahran stratejik işbirliği çabaları ivme kazanmıştır. Dolayısıyla iki ülke arasında daha önce detayları irdelenmiş olan enerji ve ticari boyutlarıyla birlikte güvenlik boyutunun da mevzubahis olduğu Çabahar sürecine girilmiştir. Ayrıca, İran’a uygulanan yaptırımların kaldırılması ile birlikte Hindistan Tahran’dan petrol alımını hızla artırmıştır. Ham petrol ihracı için kullanılması hedeflenmiş olan Çabahar Limanı, Yeni Delhi’nin ulaşım maliyetini azaltmış olacaktır. Bu saikle, Hindistan’ın hem ham petrol ihtiyacının karşılanması hem de bölgesel ticaretinin kolaylaşmasında liman eşsiz bir görev ifa etmiş olacaktır. Üstelik Çabahar kapsamında Farzad-B doğalgaz sahasına yatırım, Hindistan-İran doğalgaz boru hattı, Batı Asya/Orta Doğu’da bölgesel güvenlik konularında da mutabakata varılmıştır.

Diğer yönden, Hindistan yatırımları ile limanın geliştirilmesi sayesinde İran ise enerji pazarında payını artıracaktır. Dolayısıyla kendi bölgesinde yani Orta Doğu rekabetinde, rakiplerine karşı, bilhassa Suudi Arabistan ile mücadelesinde elini güçlendirmiş olacaktır. Çabahar Mutabakatı’nın taraflarından Afganistan ise Pakistan’a muhtaç olmaksızın denize ulaşım sağlayabilecektir ve böylelikle de kendi inisiyatifiyle siyaset yapabilecektir, daha açık bir ifadeyle, İslamabad’dan bağımsız politikalar üretebilecektir. Buradan hareketle Hindistan, Pakistan’ı işlevsiz bırakabilecek; Afganistan ve İran ile güvenlik meselelerinde kazançlı olabilecektir. Zira Hindistan için Afganistan’ın güvenliği de bilhassa önem teşkil eder. Gerek Yeni Delhi gerekse Tahran, Afganistan ve çevresinde Taliban faktörüne sıcak bakmamaktadır.

20 Ocak 2017 tarihinde ABD’nin başkanlık koltuğuna Donald Trump’ın oturmasıyla birlikte dengeler yeniden değişmiş ancak Hindistan’ın İran üzerinden yürüttüğü stratejilere, dolayısıyla Delhi-Tahran yakınlaşmasına henüz gölge düşmemiştir. Trump’ın “felaket” olarak nitelediği nükleer anlaşma neticesinde kaldırılan İran yaptırımlarını 7 Ağustos 2018 günü tekrardan uygulamaya koymasıyla birlikte Beyaz Saray’ın Tahran’ı uluslararası ortamdan izole etme siyaseti yeniden başlamıştır. Bunun yanısıra, günümüz konjonktüründe kendi hedefleri ve tehdit algıları çerçevesinde kendisi için vazgeçilmez olan ABD ile eşsiz bir stratejik ortaklık yaşayan Hindistan, yaptırımlardan geçici olarak muaf tutulan sekiz ülkeden birisi olmuştur. Söz konusu muafiyetin nedeni çok açıktır. Ne Washington ne de Yeni Delhi Asya’da tek başına hegemon bir güç istemektedirler. Burada kuşkusuz Çin faktörü itici güçtür. Böylelikle, Hindistan muafiyeti ile birlikte daha önce sözü edilen Çabahar projesine halel getirilmeyecek; Yeni Delhi Hükümeti’nin gelişim politikaları da riske atılmamış olacaktır.

Diğer taraftan, ABD’nin İran yaptırımlarını yeniden uygulamaya başlaması ve söz konusu ülke ile ilişkileri olanlara da tehditler savurmaya başlaması karşısında Delhi Yönetimi sert bir çıkışla gündeme gelmiştir. Hindistan Dışişleri Bakanı Sushma Swaraj, Beyaz Saray’ın yaptırım kararını tanımadığını ve İran ile ilgili herhangi bir ülkenin değil BM yaptırımlarının dikkate alınacağını dile getirmiştir.[4] “Bağlantısızlar Hareketi”nin liderlerinden biri olan Hindistan için bu tutum çok da marjinal değildir. Zira Yeni Delhi her ne kadar Washington ile sıkı bir işbirliği hatta ortaklık ilişkisi geliştiriyor ise de “Stratejik Özerklik” çizgisini muhafaza etmeye çalışmaktadır. Bu noktada yeri gelmişken, Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin “İsrail’e de Filistin’e de gideceğim; Suudi Arabistan’la da daha fazla işbirliği yapacağım; enerji ihtiyaçlarımız için İran’la da yakından ilgiliyim.”[5] sözlerini hatırlatmak yerinde olacaktır.

Yani, dünyanın en büyük petrol tüketicilerinden olan Hindistan, önemli bir petrol tedarikçisi konumundaki İran ile pragmatist ilişkisini sürdürmekten geri durmayacaktır. Hâlihazırda Hint şirketlerinin İran’a doğrudan yatırım yaptığı da düşünüldüğünde, Yeni Delhi tarafından rasyonalist yaklaşmak daha doğru bir tavır olacaktır. Enerji faktörü çok büyük bir yer tutmakla beraber, Hindistan’ı İran ile yakınlaştıran sebeplerden bir diğeri de şüphesiz Pakistan faktörüdür. Son derece önemli bir diğer unsur ise, Delhi’nin Pekin’le olan Orta Asya nüfuz yarışında Tahran’ın önemli bir pozisyonda olmasıdır. Aynı zamanda Hindistan’ın önemsediği konular arasında olan Afganistan’ın güvenliği için de İran desteği artı bir avantajdır.

Hindistan’ın 1990’lı yıllardan itibaren uygulaya geldiği ekonomik reform politikalarıyla liberalleşme çabaları meyve vermiş ve dünya siyaset sahnesinde yükselen bir güç olmaya başlamıştır. Yükselen profiline paralel olarak şüphesiz enerjiye duyduğu ihtiyaç da artmaya başlamıştır. Bu bağlamda İran gibi enerji tedariğinde ihtiyaçlarına cevap verebilecek aktörlerle de ilişkileri önem kazanmaya başlamıştır. Bunun yanısıra, ekonomik anlamda yükselişini politik boyutta da taçlandırmakta olan Hindistan için deniz güvenliği (maritime security) oldukça değerlidir. Dolayısıyla savunma ve güvenlik politikaları Yeni Delhi’nin üzerinde önemle durduğu konular arasındadır. Zira kendi arka bahçesi olarak gördüğü Hint Okyanusu üzerinden gerçekleştirilmesi zaruri olan güvenli ticaret ilişkileri, bilhassa enerji taşımacılığı Hindistan için elzemdir. Diğer taraftan kendisinden çok daha önce ve de hızlı bir yükseliş sergilemeye başlayan Çin faktörü, bilhassa Pekin Hükümetince sağlanan bu ekonomik yükselişi Hindistan’ın yumuşak karnı olan Hint Okyanusu Bölgesi’nde taçlandırma girişimleri ve benzer şekilde Pakistan’a verilen destek, Delhi Hükümeti’nin deniz stratejilerini şekillendiren etkenlerdir. Bu bağlamda Hint Okyanusu’nun bir aktörü olan ve aynı zamanda enerji ve güvenlik meselelerinde önemli bir rolü bulunan İran’ın, Hindistan stratejilerinin bir parçası olması kaçınılmazdır. Ancak söz konusu ülkenin ABD ile bir türlü yıldızının barışamıyor oluşu da Yeni Delhi’nin Washington çıkmazını gündeme getirebilmekte ve zaman zaman Hindistan-İran ilişkilerine ket vurabilmektedir. Ancak Afganistan ile birlikte söz konusu iki ülke arasında vücuda gelen, İran’ın güneydoğusundaki Sistan-Beluçistan Eyaletine bağlı liman kentindeki Çabahar Derin Deniz Liman Projesi’ne ve Tahran sınırları içerisinde yer alan Farzad-B gaz sahasındaki Hint yatırım politikalarına Beyaz Saray tarafından gölge düşürülmemiştir. Zira ABD Hükümeti 5 Kasım 2018 tarihinde İran’a başlattığı ikinci yaptırım paketine söz konusu limanı dâhil etmemiştir. En nihayetinde Washington’ın Pekin rekabetinde Yeni Delhi’ye ihtiyacı vardır ve Hindistan bu ihtiyacı karşılayabilecek potansiyelde olmalıdır. Bu nedenledir ki Washington Yönetimi, her ne kadar arada ters düşseler de çoğunlukla Hindistan’dan desteğini esirgememektedir. Söz konusu destek, başta savunma ve güvenlik temelinde olmak üzere, yeri geldiğinde ekonomik boyutta da olabilmektedir. Bir diğer yönden, ABD’nin Çin ile yaşadığı rekabette yalnız olmaması, yani Pekin’in aynı zamanda Hindistan’ın da rakibi olması, şimdilik çıkarların ve tehditlerin örtüşmesini Washington- Delhi hattında itici güç yapmaktadır.

Sonuç

İran faktörüne rağmen Hindistan’ın sözü edilen Tahran stratejilerinde Beyaz Saray tarafından göreli rahat bırakılması, şu an için Washington-Delhi hattında çatışan çıkarların değil, ilişkilerinde lokomotif görevi gören örtüşen tehdit algısının bir çıktısı şeklinde okunmalıdır. Buna ek olarak, ABD hoşnutsuzluğuna rağmen Hindistan’ın İran politikalarına eğiliminden ödün vermemeye çalışması, dış politikasının deniz stratejisi başta olmak üzere, tüm stratejilerinde ve uluslararası ilişkilerinde muhafaza etmeye çalıştığı “Stratejik Özerklik” çizgisi ve güttüğü “Hint tarzı denge” politikasının bir ürünü olarak okunmalıdır. Son olarak da Hindistan-İran ilişkilerinde dönemsel olarak görülen kopma, yani Yeni Delhi Hükümeti’nin yer yer Tahran karşıtı/aleyhine izlenen politikaların içerisinde bulunması ve bu girişimlere destek vermesi ise, Hindistan’ın “pragmatist” yaklaşımının bir getirisi olarak okunmalıdır. Nihayetinde, bilhassa dış siyasette daimî tutum nadir görülür ve o anki şartlar neyi gerektiriyorsa o şekilde davranmak da siyasetin fıtratından gelir.

 

Tespitler:

  1. yüzyıl konjonktürü gereğince her aktörün, bilhassa Hindistan’ın denge politikası izlemeye ihtiyacı vardır. Zira tüm dengelerin alt üst olduğu ve global düzenin yeniden kurulmaya çalışıldığı sancılı bir süreçten geçmekteyiz.

Bu bağlamda Hindistan, ABD ile edindiği “stratejik ortaklık” ilişkileri ve ekonomik kalkınması paralelinde Çin ile sağlaya geldiği ticari ilişkileri dengede tutmalıdır.

Henüz Pekin kadar olmasa da uluslararası sistemde iddialı bir gelişme kaydeden Yeni Delhi, dış politikasının doğası ve sistem koşulları gereği söz konusu dengeleri korumak için elinden geleni yapmaktadır ve yapacaktır.

Beyaz Saray, Hindistan’ı her daim yanında istemektedir. Zira Çin’den önemli ölçüde tehdit algılayan Washington, Yeni Delhi’yi doğal bir dengeleyici olarak görmektedir. Bu nedenle de Hindistan’ın gerek bölgesel gerekse küresel politika açılımlarına her anlamda destek vermektedir. Bilhassa savunma ve güvenlik politikalarında Yeni Delhi için ABD desteği yadsınamaz boyuttadır.

Hint Okyanusu Hindistan’ın can damarıdır ve Yeni Delhi için deniz güvenliği hayati önemdedir.

Arka bahçesi olarak gördüğü Hint Okyanusu çevresinde Çin’den algıladığı tehdit ve kuşatılmışlık duygusu ile bu kapsamda Pekin Hükümeti’nin, Hindistan’ın ezeli düşmanı olan Pakistan ile yakınlaşması ve söz konusu ülkeye verdiği destek, Yeni Delhi’nin deniz stratejilerini geliştirmede birer katalizör görevi görmektedir.

Bu anlamda devreye öncelikli olarak İran girmektedir.

Yumuşak karnı olan Hint Okyanusu Bölgesi’ndeki Çin açılımlarına binaen Hindistan’ın Tahran kozu önemlidir.

İran önemlidir çünkü söz konusu ülke Delhi’nin enerji ihtiyaçlarına cevap verebilen bir aktördür.

Bununla birlikte Pekin Yönetimi’nin oldukça etkin olduğu bölgeye, yani Orta Asya’ya açılan kapısıdır.

Aynı zamanda, Taliban etkisinin artmasından hoşnut olmaması nedeniyle, Yeni Delhi için Afganistan güvenliğinin son derece önemli olduğu ve bu konuda da İran ile aynı çizgide olduğu düşünülürse, Tahran’ın Hindistan için önemi bir kez daha ön plana çıkmaktadır.

Bahsi edilen tüm bu verilerin somut bir örneği, Delhi’nin Tahran ile sağladığı ve Kabil Hükümeti’nin de yer aldığı “Çabahar Mutabakatı”dır.

Çabahar, Hindistan’ın deniz stratejisinde ve bu kapsamda İran ile geliştirilen ilişkilerinde önemli bir kazanımdır.

Çin ve Pakistan denkleminde Hindistan’ın elini kuvvetlendirecektir. Afganistan’a uzun vadede istikrar getirmede bir kaldıraç olabilir. Çabahar, Hindistan’ın Orta Asya’ya; Afganistan’ın uluslararası sulara açılan kapısı olma önemine haizdir.

İran’a her daim izole politikası uygulamakta olan Beyaz Saray’ın Çabahar özelinde Hindistan’ı rahat bırakması da şüphesiz ABD için Çin karşısında güçlü bir Yeni Delhi’nin önemini gözler önüne sermektedir.

Diğer yönden, Hindistan’ın İran tutumu tarihsel perspektifle değerlendirildiğinde, Washington’ın söz konusu iki ülkenin ilişkilerine gölge düşürdüğü zamanların yaşandığı da anımsanmalıdır.

Ancak burada Delhi’nin “Stratejik Özerklik” çizgisi uyarınca özgün ve pragmatist yaklaşımından ödün vermediğinin vurgusu yapılmalıdır. Ayrıca Hindistan’ın, gelecek vizyonunda da bu ödünü vermeyeceği öngörülebilmektedir.

Sonuç olarak, ekonomik yükselişine paralel olarak artan enerji ihtiyacı ve can damarı olan Hint Okyanusu Hindistan’ı deniz stratejileri geliştirmeye mecbur bırakmaktadır. Bununla beraber, önemli tehdit algıları olan Çin ve Pakistan faktörleri minvalinde de İran, Yeni Delhi için önemli bir aktör/koz niteliğindedir.

GASAM Uzmanı;Duygu Çağla Bayram, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Doktor Adayı

[1] Kavalam Madhava Panikkar, India and the Indian Ocean: An Essay on the Influence of Sea Power on Indian History, George Allen & Unwin Ltd, London 1951, s. 7.

[2] Zoe Leung ve Michael Depp, “China-India ‘Cooperative Competition’ in Iran”, The National Interest, August 9, 2018, https://nationalinterest.org/feature/china-india-cooperative-competition-iran-28297 (Erişim Tarihi: 25.2.2019).

[3] Robert Kaplan, South Asia’s Geography of Conflict, Center for a New American Security, Washington DC 2010, s. 3.

[4] Jayanth Jacob, “India follows UN sanctions, not US sanctions on Iran, says Sushma Swaraj”, Hindustan Times, Delhi May 28, 2018, https://www.hindustantimes.com/india-news/india-follows-un-sanctions-not-us-sanctions-on-iran-says-sushma-swaraj/story-5zXcNmFY9ukVnUWGx4GuPO.html (Erişim Tarihi: 24.2.2019).

[5] “Narendra Modi in London: What PM said at “Bharat ki Baat, Sabke Saath”, Livemint, Delhi, April 19, 2018, https://www.livemint.com/Politics/TjcIAgZw4scoasddThRpbN/Narendra-Modi-in-London-What-PM-said-at-Bharatki-Baat-Sa.html (Erişim Tarihi: 24.2.2019).

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz