Geçtiğimiz yıl, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Kudüs’ü İsrail’in başkenti yapma kararına binaen Birleşmiş Milletler’de (BM) aleyhte oy kullanan Hindistan, 6 Haziran tarihli Ekonomik ve Sosyal Konsey (ECOSOC) toplantısında Filistinli Sivil Toplum Kuruluşu’na (STK) karşı oy vererek BM’de ‘ilk kez’ doğrudan İsrail’in yanında saf tuttu. Hint Hükümeti, İsrail tarafından terör örgütü olarak ilan edilen, Filistin’in Shahed İnsan Hakları Kuruluşu için BM’deki gözlemci statüsü talebini reddetmek adına oyunu Tel Aviv lehine kullandı. Velhasıl, (Türkiye’nin de aralarında bulunduğu) 14’e karşı 28 oyla STK’nın talebi reddedilmiş oldu.

Başbakan Narendra Modi Mayıs 2014’te göreve başladığından beri Hindistan, İsrail’i hedef alan BM kararlarına ekseriyetle çekimser kalmış, ancak uluslararası kuruluşta İsrail yanlısı bir tutum sergilemekten de kaçınmıştır. Aslında, geleneksel olarak BM’de Filistin lehine oy verirken, Yeni Delhi, 2015 yılında İsrail’in Gazze’deki eylemlerini kınayan BM İnsan Hakları Konseyi (UNHRC) kararına çekimser oy kullanarak, Tel Aviv politikasındaki değişikliğin ilk ‘resmi’ sinyalini vermişti. Her ne kadar hükümet bunu reddetmiş olsa da Hint yönetiminin 2015’te çekimser kalışı, İsrail duruşundaki önemli değişimin ilk ifadesiydi. Ancak ne var ki tarihi bir hamleyle bu yıl yukarıda sözü edilen STK’ya gözlemci statüsü verilmesine karşı oy kullanarak BM’de İsrail’i destekleyen Başbakan Modi, ülkesinin Arap ve Müslüman ülkeleriyle olan tarihsel oy kullanma şeklinden tamamen ayrılmış oldu. Burada, Hindistan bakış açısıyla, kendisinin Pakistan’la yaşamakta olduğu Keşmir sorunu özelinde, Arap dostlarından beklediği derecede desteği göremiyor oluşu önemli bir faktördür.

Tarihte, İsrail’in kurulmasına karşı çıkan, Arap ve dünya Müslümanlarının safında yer alan, dolayısıyla Filistin davasını haklı bulan ve savunan Hindistan’ın pek tabii İsrail ile gelişmiş bir ilişkisi yoktu. Bu durum 1992’li yıllara değin bu şekil kalmıştır. Zira kuruluşundan iki yıl sonra, yani 1950 yılında İsrail’i tanıyan Hindistan, diplomatik ilişkilerini 1992’de başlatmıştır. Böylelikle, dönemin Başbakanı P. V. Narasimha Rao, ülke siyasetinde etkili olan (bağlantısız, Batı ve Amerikan karşıtı) Nehruvian ideolojisinden de ayrılmıştır. Bağımsızlık sonrasında kırk yıldır tam diplomatik ilişkiler olmasa da, iki ülke arasındaki temasın tek giriş kapısı 1953 yılında Mumbai’de açılan İsrail Konsolosluğu idi. Ayrıca, 1950’den 1992’ye değin Delhi yönetimi her ne kadar Tel Aviv yönetimiyle ilişki kurmaktan uzak dursa da iki hükümet arasında hiç temas gerçekleşmemiş değil. Bu itibarla, iki İsrailli dışişleri bakanının Yeni Delhi ziyareti kilit önemdedir: 1956 yılında Moşe Şaret ile 1977’deki Moşe Dayan’ın ziyareti. Söz konusu bu temaslar ‘gizli’ yürütülürken, iki ülke arasında vuku bulan bir diğer kilit temas ise 1993 yılında İsrail Dışişleri Bakanı Şimon Peres’in Hint başkentine gerçekleştirdiği ‘resmi’ ziyaretidir.

Dönemin başbakanı Indira Gandhi, babasının Filistin yanlısı pozisyonunu çoğunlukla korurken, oğlu ve halefi Rajiv Gandhi, 1985 yılında, BM Genel Kurul toplantısının görüşmelerinde İsrailli mevkidaşıyla bir araya geldi. Bu görüşme, iki devletin başbakanları arasındaki ilk kamuya açık toplantı niteliğini taşır. O dönem hızla ilerleyen Pakistan nükleer programına ilişkin Hint endişelerinin, bu gelişmiş ilişkileri kolaylaştırdığına inanılıyor. Bununla birlikte, 1992’ye kadar Yeni Delhi’nin İsrail’le resmen diplomatik ilişkiler kurması gerekmemişti. Ancak, resmi diplomatik ilişkiler olmasa bile, Soğuk Savaş sırasında Hint-İsrail askeri bağlarının bulunduğunu belirtmek önemlidir. Bununla beraber, İsrail yalnızca 1962, 1965 ve 1971’deki savaşlarında Hindistan’a askeri yardımda bulunmakla kalmamış, aynı zamanda 1971’de Delhi Hükümeti’nin yardımıyla da Pakistan’dan bağımsızlığını kazanan Bangladeş’i tanıyan ilk ülkelerden biri olmuştur. Ayrıca, 2000 yılında ortak bir terörle mücadele komisyonu kuran iki ülke ilişkilerinde, 2008 Mumbai saldırıları sonrasında Hindistan’ın İsrail’den yaptığı savunma alımlarında yaşanan ciddi artışla birlikte Tel Aviv’in, 2009’da Yeni Delhi’nin en büyük savunma tedarikçisi olarak Rusya’nın yerini aldığına şahit olundu.

Bu bilgiler ışığında, Hint-İsrail ilişkilerinin gün geçtikçe geliştiği aşikar. Peki bu gelişimin temel dinamikleri neler? Burada sorulması gereken bir başka soru da var: Neden Hindistan tarihte İsrail karşıtı bir duruş sergilemiştir?

İsrail’in kurulması gündeme geldiği dönemde Hindistan da emperyalizm karşıtı mücadelesini taçlandırmış ve bağımsızlığını kazanmıştı. İsrail-Filistin girdabının kaynağının da emperyalist zihniyetin olduğuna inanan yeni bağımsız Hint yönetimi doğal olarak Filistin yanlısı bir duruş geliştirmiştir. Buradaki bir diğer önemli etmen ise ikinci en kalabalık Müslüman nüfusunun kendi coğrafyasında bulunuyor olması dolayısıyla Hindistan Müslümanlarının radikalleşme ihtimalini doğuracak herhangi bir hamleden uzak durulması ile Arap dostlarının incinmemesi düşüncesiydi. Ayrıca o dönemin konjonktüründe İsrail Batı Bloku kapsamındayken, Hindistan’ın Bağlantısızlar lideri olması ve aynı zamanda bununla beraber Sovyetler Birliği ile daha yakın çizgide durması da ikili ilişkilerin neden mesafeli olduğunu açıklıyor. Ancak, şartlar, yeni bir dünya düzenini kurmaya doğru yol alırken, Delhi yönetimi de uluslararası alandaki diğer aktörler gibi politikalarını yeniden gözden geçirmek durumundaydı. Bu revizenin temel çıktısı ise liberalleşme açılımları ve ekonomik kalkınmayla beraber Batı, bilhassa ABD ile ilişkilerin ivme kazanmaya başlamasıydı. Velhasıl, günümüz dengelerinde ekonomik meselelerin yanısıra askeri planlamaların yeniden revaçta olduğuna şahit olunmaktadır. Bununla beraber, Hindistan’ın dünya görüşü ile iç ve dış dinamiklerinde de bir paradigma kayması yaşana gelmekte. Kaydedilen tüm bu gelişmeler paralelinde, Delhi’nin Tel Aviv ilgilisinde ve ikili ilişkilerin gelişiminde Narendra Modi faktörü bir dönüm noktası niteliğindedir. Modi hükümetinin terörle mücadele açılımları, Tel Aviv ile daha derin savunma, stratejik ve ekonomik bağların sağlanmasıyla uyumlu görünüyor. Ayrıca, İsrail, Hindistan’ı Asya’da stratejik bir ortak olarak görüyor. Neticede, Modi’nin iktidarda yerleşik olması ve stratejik çıkarların birbiriyle uyumlu hale gelmesiyle ikili ilişkilerin güçlü adımlarla ilerlediği görülüyor.

Modi’nin iki yıl önceki İsrail ziyareti Hint siyasi tarihinde bir ilke imza atmıştı. Temmuz 2017’de ülkesine bir ziyaret gerçekleştirmiş olan Narendra Modi, mevkidaşı Benjamin Netanyahu ile dostane ilişkiler geliştirmeye hız kazandırmıştır. İlişkilerdeki bu miladın lokomotifi, Hindistan’ı cezbeden İsrail yapımı savunma donanımları olsa da iki ülke ilişkilerinde tarım alanındaki teknik yardımlar ile ticaret ve ekonomi gibi farklı boyutlar da yer almaktadır. Ancak Asya’daki en önemli ticari parterinin Çin olmasından hareketle İsrail, Delhi’nin Pekin konusundaki güvenlik endişelerini pek önemsemiyor. Buna rağmen, İsrail silahları için Hindistan önemli bir pazardır. Dolayısıyla Yeni Delhi-Tel Aviv ilişkilerindeki tektonik kaymanın temel itici gücü, Hindistan’ın artan güvenlik endişeleridir. Yani, Delhi’nin İsrail ilgisi daha çok askeri boyutta kendisini gösteriyor. Böylelikle, Hint Hükümeti’nin son zamanlarda çoğunlukla savunma ve güvenlik politikalarına ağırlık vermesi ile askeri teknolojiye duyduğu ihtiyaç dolayısıyla ikili ilişkilerin bilhassa son yıllarda epey gelişme kaydettiği görülüyor.

Hindistan’ın İsrail’den satın aldığı önemli sistemler sıralanacak olursa: İlk olarak, eski Hint Başbakan Atal Bihari Vajpayee İsrail’den keşif dronu (insansız hava aracı-İHA) satın almıştır. Dolayısıyla ilki 1996-97 yılında alınmış olan keşif dronları olmak üzere, MR-SAM/LR-SAM yahut Barak-8 olarak bilinen hava savunma füze sistemi, Phalcon AEW havadan erken uyarı ve kontrol sistemi, SPYDER hava savunma sistemi, (son Balakot saldırısında da kullanılmış olan) SPICE-2000 güdüm kiti ve Spike (ATGM) güdümlü tanksavar füze sistemi ile ayrıca (Pakistan sınırı boyunca kurulan) Kapsamlı Entegre Sınır Yönetim Sistemi, Hint ordusunun envanterinde bulunan İsrail yapımı donanımlarıdır. Hint Hükümeti ayrıca 30 narkotik köpeğini de İsrail’den ithal etmiştir. Neticede İsrail, Hindistan’ın (ilk ikisi, ‘aralarında değişken olarak’, ABD ve Rusya olmak üzere) üçüncü büyük savunma tedarikçisi konumundadır. İsrail’in Hint askerlerine özellikle terörle mücadele ekseninde eğitim verdiği de biliniyor. Ek olarak, Hindistan’ın, BM’de ilk kez İsrail lehine oy kullandığı sıralarda, MK-84 yüksek patlayıcı savaş başlıkları ile 100’den fazla ileri sürüm SPICE-2000 bombalarının ‘acil alım’ına dair İsrail’le 3 milyar rupi (yaklaşık 43 milyon dolar) değerinde bir anlaşma yaptığına da dikkat çekilmeli.

Hindistan’ın, bağımsızlığının ardından uzun süre düşmanca bir pozisyon almasıyla gergin ve uzak olan, sonrasında bilgi alışverişi düzeyinde başlayan ilişkilerin, bugün milyon hatta milyar dolarlık anlaşmalara varan gelişimi, kuşkusuz Delhi’nin pragmatizmi ne denli içselleştirdiğinin bir yansımasıdır. Üstelik bir o kadar da ideolojik hassasiyetten uzaklaşıldığının bir kanıtıdır. Elbette, bu dönüşümün kilometre taşı ise Başbakan Shri Narendra Modi’nin ulusal çıkar odaklı dünya görüşü ile yönetim anlayışıdır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz