Bugünlerde dünya Güney Asya coğrafyasına odaklanmış durumda. Uzun bir aradan sonra Hindistan ile Pakistan yine savaş tamtamları çalmaktalar. Onları bu noktaya getiren 14 Şubat’ta 44 Hint askerinin hayatını kaybetmesine sebep olan terör saldırısı. Anılan tarihte, Hindistan yönetiminde olan Cammu-Keşmir’in Pulwama bölgesinde Hint askeri konvoyunu hedef alan bir intihar saldırısı gerçekleşti. Hindistan hemen Pakistan’ı sorumlu tuttu. Her ne kadar Pakistan iddiaları reddetse de Yeni Delhi Hükümeti krizi tırmandırıcı adımlarında bir an bile tereddüt etmedi. İlk etapta hemen Pakistan’ı uluslararası toplumdan izole etmekle tehdit etti. “En çok kayrılan ülke” statüsünün geri çekildiğini açıkladı. Dünya Ticaret Örgütü’nde bu statü, ayrımcılık yapmamak (esasen herkese eşit davranmak) anlamına gelir. Ayrıca, ekonomisinin %20’sini İndus Nehri çevresindeki faaliyetlerden sağlamakta olan Pakistan, anılan nehirdeki suyunun kesilmesi tehdidiyle karşı karşıya kaldı. 1960’ta Dünya Bankası garantörlüğüyle iki ülke arasında imzalanan İndus Suları Anlaşması’yla söz konusu nehri besleyen 6 nehirden doğu nehirleri olarak bilinen üç akarsuyun kontrolünün, sularının bir kısmını Pakistan’la paylaşmak suretiyle Hindistan’a ait olduğu meşrulaşmıştı. 14 Şubat saldırısının ardından Delhi Yönetimi Pakistan’la paylaştığı suyu kesme kararını aldığını açıkladı. Bahsi edilen sert tepkiler silsilesinin akabinde Hindistan 26 Şubat günü Keşmir Kontrol Hattı’nın Pakistan tarafına hava saldırısı düzenledi. Ertesi gün Pakistan hava sahasını ihlal ettiği gerekçesiyle Hindistan’a ait iki savaş uçağını düşürdüğünü ve bir Hint pilotun rehin alındığını bildirdi. Buna mukabil Hindistan da Pakistan uçağını düşürdüğünü söyledi. Ancak Hindistan kendilerine ait uçakların Pakistan tarafından düşürüldüğünü doğrularken İslamabad Yönetimi F-16 savaş uçağının düşürüldüğü iddiasını doğrulamadı. Akabinde her iki ülke de tüm hava sahasını sivil uçuşa kapattığını duyurdu.
Bugün dünya “Hindistan ile Pakistan savaşın eşiğinde” manşetleri atmakta. Peki gerçekten sıcak savaş gerçekleşir mi? Bu sorunun cevabı hayır gerçekleşmez. Çünkü ne Hindistan ne de Pakistan şu aşamada birbirleriyle savaşmayı göze alır. Pakistan zaten mümkün mertebe yapıcı adımlar atmaktadır. Hindistan’ın tavrı oldukça serttir. Ancak Delhi Yönetimi de Pakistan’la sıcak savaşa girmez. Peki neden? Ayrıca madem savaş yapmaz, neden bu denli sert hamleler yapıyor? Her iki sorunun da iki boyutlu bir cevabı vardır. Biri iç politika, yani iç dinamiklerinden kaynaklı; diğeri ise dış politikasıyla alakalıdır. Nisan ayında Hindistan’ı bekleyen genel seçimler var. Shri Narendra Modi hiç şüphesiz iç dinamiklerden kaynaklanan bir atmosferle Pakistan’a yönelik sert hamlelerde bulunmaktadır. Ayrıca Delhi’nin bir de dış dinamikleri söz konusu. Bilindiği üzere Hindistan ekonomik yükseliştedir. Delhi için ekonomik gelişimin önemi büyüktür. Aynı zamanda bu ilerlemenin zarar görme lüksü yoktur. Zira yanıbaşında olan bir diğer rakibi/düşmanı kendisinden çok daha ileridedir ve ilerlemektedir. Hindistan, Çin faktörü varken Pakistan’la şu aşamada bir savaş yapmaz. Her ne şekilde olursa olsun savaşın kazananı olmaz. Her iki taraf için de savaş kayıptır. Hindistan’ın ekonomik yükselişine ket vurur. Ayrıca olayın bir de nükleer boyutu vardır. Her iki ülke de birer nükleer güçtür. Nükleer silaha sahip tek Müslüman ülke olarak bilinen Pakistan’ın 140-150 arası nükleer silaha sahip olduğu düşünülüyor. Nükleer programını Çin’in desteğiyle yürüten Pakistan’ın nükleer başlık taşıma kapasitesine sahip kısa ve orta menzilli balistik füzeleri bulunmaktadır. Şahin-2 füzesi 2 bin kilometre mesafedeki hedefleri vurabiliyor. Öte taraftan, ilk nükleer bomba testini 1974 yılında gerçekleştiren Hindistan, Pakistan’ın 1998’de ilk nükleer testini gerçekleştirmesinin ardından nükleer programına hız verdi. Bugün itibarıyla 130-140 arasında nükleer silaha sahip olduğu tahmin edilmektedir. Nükleer başlık taşıma kapasitesine sahip 9 farklı tipte füzeye sahip. Aynı zamanda, Agni-3 füzesinin menzilinin 5 bin kilometreye ulaştığı belirtilmektedir. Zaten tüm dünyanın da Güney Asya coğrafyasına pür dikkat kesilmesi bundandır. Zira muhtemel savaşın nükleer boyutu çok daha yıkıcı olacaktır. Aynı zamanda tüm sistemi etkileyebilecektir.
Sistem demişken, kronik krizin yeniden patlak vermesi zamanlama açısından da manidardır. Sistem aktörlerinin yaklaşımları açısından da… Keşmir topraklarının bir kısmında idare hakkını saklı tutan Çin, sorunun büyümesini istememektedir. Zira bu durumdan kendisi de zarar görecektir. Pekin Yönetimi de ekonomik yükselişine odaklanmış durumdadır ve ilerlemesine halel gelsin istememektedir. Bu noktada aslında Hindistan ile Çin ortak bir paydada durmaktadır. Her ikisi için de öncelikli olarak bölgesel barış ve istikrar ekonomik yükselişlerini devam ettirebilmek adına hayati önemdedir. Diğer yönden küresel politikalarda da Hindistan’a destek veren Amerika Birleşik Devletleri Keşmir krizinin tırmanmasında yine Hindistan’ın yanında olduğunu ifade etmektedir. Acaba Amerikan Yönetimi kanayan yaranın deşilmesini neden istemektedir? Neden Hindistan’ın saldırı hakkını meşru bulmaktayız ifadesi yerine itidal çağrısı yapmayı tercih etmemektedir? Afganistan’da süre gelen bir barış süreci var. Bu süreçte kuşkusuz Pakistan’ın etkin bir ağırlığı söz konusu. Bu etkinliğin zayıflaması ABD ve Hindistan’ın işine gelir. Zira Afganistan’daki Taliban faktörünü ABD ve Hindistan istemezken, Pakistan Taliban’ın da Afganistan geleceğinde söz sahibi olmasını çok da yanlış bulmamaktadır, gerekli de görmektedir.
Peki nedir bu kronik sorun? Keşmir meselesi neden bir türlü çözülemiyor? İki komşu ülkenin hiç barışma yolu yok mu? Sorunun arkaplanı iki ülkenin bağımsızlık sürecine dayanır. Bugünün Pakistan ve Hindistan’ı o günün sadece Hindistan’ı idi. Yani o coğrafyada Hindistan çatısı altında göreli bir bütünlük söz konusu idi. Üzerinde güneş batmayan o görkemli İngiliz İmparatorluğunun önemli bir parçası olan coğrafya statüsündeydi. Ancak vakit sömürgelerin tasfiyesini kaçınılmaz kıldığında İngiliz Yönetimi her daim yaptığı üzere böl-yönet mantığıyla coğrafyayı terk etmiştir. Coğrafyayı bölmenin itici gücü olarak da din faktörü devreye girmiştir. Zira Hindistan coğrafyasında Hinduların ardından Müslüman popülâsyonu baskındır. Dolayısıyla coğrafya temelde ikiye bölünmüştür: Hindistan ve Pakistan. Bunun haricinde 562 prenslik söz konusu idi. Ancak tüm prenslikler ya Hindistan’a ya da Pakistan’a katılmış ve genel mahiyette bir sıkıntı yaşanmamıştır. Çünkü prenslikler nüfusun çoğunluğuna göre tercih yapmıştı. İşte bunun istisnası Keşmir’dir. Halkın ezici çoğunluğu Müslüman iken Hindu olan prens doğal olarak Hindistan’a katılmayı tercih etmiştir. Ancak sıkıntılar da bundan sonra baş göstermeye başlamıştır. %90 Müslüman olan Keşmir halkı da doğal olarak Pakistan’a katılmayı arzu etmiştir. Lakin çatışmalar nüksetmeye başladığında ne Hindistan ne de Pakistan bölgeye asker göndermekte tereddüt ettiler. Bölünme öncesinde (1947) “Cammu-Keşmir” adı tüm Keşmir coğrafyasını nitelemekteydi. Bugün de facto olarak Keşmir’in %45’ini “Cammu-Keşmir” adıyla Hindistan idare etmektedir. Cammu-Keşmir halen Hindistan’da Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu tek eyalettir. Keşmir’in %35’i ise “Azad (Bağımsız/Özgür) Keşmir” ile “Gilgit Baltistan” olarak iki özerk bölge statüsüyle Pakistan idaresindedir. Kalan %20’sinde ise “Şakhgam Vadisi” ile “Aksa-i Şin” olmak üzere Çin yönetimi hâkimdir. Çin’in hâkimiyeti Hindistan’ın 1962 mağlubiyetinden ileri gelir. Diğer yönden, Hindistan ile Pakistan bağımsızlık tarihleri olan 1947’den bu yana tam dört kez sıcak savaşa girmiştir. Bunlardan 1971 yılında olanı Pakistan’ı bölmüş ve Doğu Pakistan olan coğrafyadan bağımsız bir Bangladeş’i doğurmuştur. Diğer üç savaş Keşmir üzerindedir. İlk savaş tam da bağımsız oldukları dönemde vuku bulmuştur. 1947/48 savaşında Hindistan Keşmir’in 3’te 2’sini kontrolü altına aldı. 1965’te ikinci bir savaş yaşandı ancak Taşkent Deklarasyonu ile ateşkes sağlandı. İki ülke arasında Keşmir üzerine yaşanan üçüncü savaş Kargil Savaşı olarak bilinir. 1999 yılında gerçekleşen bu savaşta Pakistan harekât düzenledi ve yenildi. Sorun Birleşmiş Milletler’e taşındı elbet. BM’nin 1948’den itibaren aldığı kararlar Keşmir’in askerden arındırılması ve geleceğinin halkoyuyla belirlenmesi yönünde olmuştur. Lakin BM’nin plebisit kararına Hindistan hiçbir zaman sıcak yaklaşmamıştır.
Gelelim diğer soruya: neden bir türlü çözülemiyor? Bu şekil çözülemez. Hindistan Pakistan’ı, Pakistan da Hindistan’ı suçlamaktadır. İki komşu ülkenin aklıselim davranarak masaya oturması gerek. Uluslararası hukuk uyarınca diyalog ve diplomasi yoluyla çözüm arayışında olmaları gerek. Suçlayıcı değil uzlaşmacı bir tavır sergilemeleri gerek. Böylelikle diğer sorunun cevabını da vermiş oluyoruz. Aklıselim davranılırsa barış elbette mümkündür. Öyle ki barış her ikisi için de avantajlıdır. Hindistan’a da Pakistan’a da fayda sağlayacaktır. Aynı zamanda bölge huzuru, refahı ve istikrarı için de elzemdir. Kısa vadede olmasa da ümid ederiz ki Güney Asya’da “barış” galip gelir.
GASAM Uzmanı; Duygu Çağla Bayram Karadeniz Teknik Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda Doktor Adayı