Hindistan ulusal kimliğinde radikal dönüşüm

Paylaş

“Dünyanın en büyük seküler demokrasisi” Hindistan’da Modi hükümeti, ülkenin kimliğini, bölgesel ve küresel rol tanımını radikal biçimde yeniden tanımlıyor.

Hindistan’ın radikal Keşmir kararının hem Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’yle güvenlik iş birliği ve ekonomik ilişkilerin hem de Hindistan-İsrail ilişkilerinin zirvede olduğu bir dönemde gelmiş olması rastlantı değil.

Hindistan’da başbakanlığını Narendra Modi’nin yaptığı Hindistan Halk Partisi (BJP) hükümeti Hindistan anayasasının geçici hükümleri arasında yer alan ve geçmiş Hindistan hükümetlerinin anayasanın temel maddeleri içine almayı sürekli reddettiği 370 numaralı yasayı kaldırarak, Cammu Keşmir’in özel statüsünü kaldırdı.

Hindistan’ın bölündüğü ve Pakistan’ın kurulduğu 1947 yılından bu yana devam eden Keşmir sorunu, Keşmir halkının “geniş otonomi”, “egemenlik” veya “bağımsızlık”, Pakistan’ın Keşmir için bağımsızlık (ve sonrasında Pakistan’a katılması) ve Hindistan’ın Keşmir’i kontrol etme arzuları arasında büyük bir çekişmeye sahne oldu. Keşmir, Hindistan eyaletleri içerisinde çoğunluğu Müslüman tek eyalet olurken, son değişikliğe kadar kendi anayasasına sahip, dolayısıyla -savunma, iletişim, finans ve dış ilişkiler hariç- kendi yasalarını yapabilen ve uygulayabilen tek eyalet oldu. Hindistan Keşmir’de herhangi bir tam bağımsızlık adımına izin vermemek adına, (Cammu Keşmir Başbakanı Şeyh Abdullah’a karşı defalarca yaptığı gibi veya oğlu Faruk Abdullah’a 1984’te yaptığı gibi) Cammu Keşmir başbakanını görevden alma, eyalet meclisinin tüm yetkilerini valiye devretme ve olağanüstü durumlarda valinin talebi üzerine Yeni Delhi’nin yetkileri eline almasına imkan tanıyacak yasalar koydu.

Bu süreçte Hindistan kontrolündeki Cammu Keşmir’de başbakanlar veya farklı etki gruplarıyla Pakistan arasındaki ilişki de sorunsuz değildi. Örneğin, Şeyh Abdullah ile Pakistan arasındaki ilişki veya 80’lerin ortasından sonuna dek Keşmir’de etkili gruplarla Pakistan arasındaki ilişkiler önceki yıllardan kalan (örneğin 1965 savaşından kalan yarı yolda bırakma suçlamaları) güvensizlik, çaresizlik ve iş birliği arasında gitti geldi. Keşmir’deki bazıları (Cammu Keşmir Özgürlük Cephesi/JKLF gibi) seküler milliyetçi grupların egemenlik talepleri, bağımsızlığı savunduklarında bunun içine Pakistan kontrolündeki Azad Keşmir’i de dahil ettikleri izlenimi Pakistan ile Cammu Keşmir’deki gruplar arasındaki ilişkilerde pürüzler meydana getirdi. Sonuç itibarıyla Modi hükümeti, dünyanın farklı çatışmalı alanlarına yönelik küresel kayıtsızlıktan da büyük ölçüde faydalanarak ve popülizm, kültürel tekçilik ve ultra-milliyetçiliğin küresel yükselişinin de etkisiyle Cammu Keşmir’i tamamen Hindistan’a asimile etmek ve bölgeyi Cammu Keşmir ve Ladakh olarak iki ayrı eyalet şeklinde yeniden organize etmek gibi cüretkâr bir karar verdi. Böylesine kritik bir kararın hem Pakistan ve Hindistan siyasetlerinde hem de bölgesel siyasette ciddi etkileri olacaktır.

Hindu milliyetçiliğinin yükselişi

“Dünyanın en büyük seküler demokrasisi” Hindistan’da Modi hükümeti ülkenin kimliğini, bölgesel ve küresel rol tanımını radikal biçimde yeniden tanımlıyor. Çoğunluğu Hindulardan oluşan ülkede etkili olan siyasetçiler, devletin üniter yapısını korumak ve seküler bir çerçevede devam ettirmeyi amaçladılar. Ancak Hindistan’da yaşayan Sihler, Hindular, Müslümanlar ve Hristiyanlar gibi farklı etnik ve dini gruplar arasında yaşanan şiddetin yoğunluğu değişse de hep devam etti. Hindu milliyetçisi Modi hükümeti ise partisinin şovenist ana örgütü RSS’in (Ulusal Gönüllüler Organizasyonu) Hindistan’da toplumu dönüştürmek, alt kıtada Hinduların baskın olduğu bir Hindu kültürel birliği kurma vizyonuna yaslanmış durumda. Bu da Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesinde yapmaya çalıştığı gibi, özelde Keşmir’i, genelde tüm etnik ve dini azınlıkları ‘rehabilite’ etmeyi, yeniden eğitmeyi, onları Hindu kültürüne asimile etmeyi gerektiriyor. Başbakan Modi’nin Hintli film yapımcılarını Keşmir’e davet etmesi, iş insanlarını Keşmir’e yatırım yapmaya çağırması ve merkezle Cammu Keşmir arasındaki ulaşımı geliştirme sözü bu amaca yönelik.

RSS, Hindistan’ın bağımsızlığından önce eğitim, kültürel bilinç ve fiziki güçlülük yoluyla Hinduları bir arada tutmayı amaçlıyordu ancak bir üyesi Mahatma Gandhi’yi öldürünce 1948-49 yıllarında yasaklandı. Sonraki yıllarda Hindu milliyetçiliğini Hindistan siyasetinde dile getirecek ve gündemde tutacak partiler arayan RSS, zaman içerisinde BJP’yi destekledi. 1990’larda yeniden güçlenen Hindistan Halk Partisi, lideri ve Başbakan Atal Vajpayee döneminde de Hindistan’ın ülke kimliğini, bölgesel ve dünya siyasetindeki rolünü tartışmaya açmayı istemişti ama Vajpayee’nin de dahil olduğu BJP içindeki ılımlı grup, radikalleri frenleyebilmişti. Vajpayee, BJP’nin şovenist ana örgütü RSS’nin siyasete müdahalesinden rahatsızlık duymuştu.

Çoğunluğu Hindu olan Hindistan’da çoğunluğu Müslüman tek eyalet Cammu ve Keşmir olunca, Hindistan küresel siyasette “seküler demokratik Hindistan” tezine Keşmir politikasından büyük destek alıyordu. Ayrıca, çoğunluğu Müslüman olduğu için Cammu Keşmir’i bırakırlarsa, bunun geriye kalan on milyonlarca Müslüman Hindistan vatandaşı için ne anlama geleceği de muammaydı. Modi hükümeti ise artık Hindu Hindistan fikrini hayata geçirmenin tam zamanı olduğunu ve bunun en büyük testinin de Keşmir olduğunu düşünüyor. BJP söz konusu olduğunda sadece Cammu Keşmir’i Hindistan’a tamamen asimile etmek değil, Pakistan “işgalinde” gördüğü Azad Keşmir’i de Hindistan’a katmak gündeme gelebilir ki bu daha tehlikeli sonuçlara yol açacaktır.

Geniş perspektiften bakıldığında “dünyanın en büyük seküler demokrasisi” anlatısı hızla siliniyor. Hindistan, Başbakan İndira Gandi döneminde 1974 yılında ilk nükleer denemesini yaptığında, Amerika’nın Yeni Delhi Büyükelçisi Daniel Moynihan, ABD’nin öfkesini yansıtmak için “Hindistan [bu denemeyle birlikte] artık dünyanın en büyük demokrasisi olmadığına göre, dünyaya yayabilecekleri tek şey bulaşıcı hastalıklar olabilir” demişti. Tabii ki ABD bu nükleer deneme sonrasında Hindistan’la dostane ilişkilere devam etti. Fakat Modi hükümetinin attığı bu adımlarla Hindistan’ın yeni anlatısı, farklı etnik ve dini gruplar arasında zirve yapacak şiddet olabilir. Modi’nin Hindistan’ı yeniden tanımlama adına attığı adımların Hindistan iç siyasetinde de yoğun tartışmaları beraberinde getireceği kesin.

Dış tepkiler

Hindistan’ın radikal Keşmir kararının hem Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’yle güvenlik iş birliği ve ekonomik ilişkilerin hem de Hindistan-İsrail ilişkilerinin zirvede olduğu bir dönemde gelmiş olması rastlantı değil. Pakistan’ın “ebedi komşusu” İran da Hindistan-Pakistan meselesinde açıktan taraf olmamaya gayret ediyor ve Keşmir konusunda adım atma isteği veya durumu yok. Amerikan politikası ise 1972’de Hindistan Başbakanı İndira Gandi ve Pakistan Başbakanı Zülfikar Ali Butto arasında imzalanan Simla Anlaşması’na dek Pakistan yanlısıydı. ABD bu dönemde Keşmir sorununun BM kararları çerçevesinde Keşmir halkının istekleri doğrultusunda çözülmesine taraftardı. ABD 1972 Simla Anlaşması’nda Pakistan’ın sorunun ikili şekilde çözülmesi yönünde bir taviz verdiğini düşündü ve BM kararlarına atıf yapmayı da bıraktı. Her ne kadar Pakistan hükümetleri 1990’lardan başlayarak Keşmir sorununun çözümü için ABD’yi devreye girmeye itmeye çalıştılarsa da bunda başarılı olamadılar. Pakistan Başbakanı Navaz Şerif, 1998 Kargil krizi sırasında acilen ziyaret ettiği ABD Başkanı Clinton’ın çalışma ekibine ABD askerlerinin Keşmir’de Kontrol Hattına yerleştirilmesini bile teklif etmiş ama ekibi bu teklifi Clinton’a bildirmemişti bile.

Son krizde ise Başkan Trump, İmran Han ile Oval Ofis’te yaptığı görüşmede (Pakistan’a yok yere ümit vermek pahasına) dile getirdiği “Hindistan Başbakanı Modi’nin Keşmir’de arabuluculuk isteği” sözünü tamamen unutarak, sorunun Pakistan ve Hindistan arasında karşılıklı çözülmesi gerektiğini söyledi. Tüm dış ülkelerin sorunun ikili mekanizmalarla çözülmesi yönündeki çağrılarına cevaben, Pakistan konuyu (eskiden olduğu gibi) haklı olarak ama ümitsizce “uluslararasılaştırmaya” çalışıyor. Çin’in yardımıyla toplanan ve Keşmir’in konuşulduğu BM Güvenlik Konseyi toplantısı bu bakımdan önemliydi. Bu arada Rusya da Keşmir, Hindistan ve Pakistan arasında çözülmesi gereken “ikili” bir mesele olduğunu söyleyip Hindistan’ın pozisyonuna yakın dururken, Çin Hindistan’a kendisinin Keşmir’deki nüfuz alanından uzak durması uyarısıyla yetinmiş duruyor.

Hindistan-Pakistan ilişkileri

İki ülke bağımsızlıklarından bu yana birbirleriyle üç büyük savaşa girdiler ve defalarca sınır çatışması yaşadılar. 1972 Simla Anlaşması sonrasında ilişkilerde bir yumuşama oldu. Simla Anlaşması’nda karar verilen (ticaret ve ekonomik iş birliğini iyileştirmek; iki ülke arasında seyahate yeniden izin vermek; kültürel ve bilimsel değişim; posta, deniz ve kara bağlantılarını yeniden açmak gibi) normalleşme adımlarından bazıları atıldı; hatta ABD de sürece yardımcı olmak adına ABD’nin Pakistan ve Hindistan’a yönelik (USIS, USAID, üniversite personel değişimi, ortak bilimsel araştırma iş birliği gibi) rutin yardımlarını 1977-78’de hem Azad Keşmir’e hem de Cammu Keşmir’e de taşımayı planladı. Bu dönemde hem Pakistan hem de Hindistan makamlarından (örneğin dönemin Hindistan Dışişleri Bakanı Atal Vajpayee’den) sert Keşmir açıklamaları geldi ama bunlar iki tarafça da ülke içine yönelik yatıştırıcı söylemler olarak hoş görüldü.

Ardından 2003-2004 yıllarında yavaş yavaş başlayan ve 2008’e kadar süren Müşerref ve Vajpayee-Manmohan yakınlaşmaları dönemi geldi. Gizli kanallarla yapılan görüşmelerde önemli mesafe kat edildi, normalleşme adına ciddi adımlar atılması planlandı. Keşmir’in sınırlarının değiştirilmesinde bir anlaşma sağlanamadıysa da turizm, yatırımlar, özel sektör iş birliği gibi konularda Keşmir’in otonom şekilde hem Pakistan’la hem de Hindistan’la iş birliğini teşvik ederek “üzerinde anlaşılamayan sınırlar sorununun sınırlar anlamsızlaştırılarak” çözülmesi üzerinde anlaşıldı. Bu sayede Orta Asya’yı da içine alan bir iş birliği, bölgesel güvenlik koridoru hayal edildi. Önce 2008’deki Mumbai saldırıları, sonra Müşerref’in ülke içinde yaşadığı güç kaybı, Müşerref’in ardından gelen Asıf Ali Zerdari’nin siyasi gücünün olmaması görüşmelerin askıya alınmasına neden oldu.

Pakistan iç siyaseti ve bölgesel etkiler

İmran Han hükümetinin bir şekilde Modi’nin Keşmir adımına cevap vermesi gerecektir. Pakistan’ın bu yönde attığı ilk adım, daha önce de bahsedildiği gibi meseleyi uluslararası gündemde tutmak, uluslararası platformlarda dile getirmeye çalışmak oldu. Tüm Pakistan elçiliklerinde “Keşmir masası” kurma ve Keşmir konusunda lobi faaliyetleri yapma fikri de bu amaçla bağlantılı. Bu arada bu lobi faaliyetlerinde Pakistan’ın karşılaşacağı en büyük zorluk Hindistan-İsrail işbirliği olacaktır.

Başbakan İmran Han krizin ilk günlerinde savaşın bir seçenek olmadığını açık yüreklilikle dile getirdi. Pakistan daha önce de değinildiği gibi Hindistan’la Keşmir’i geri kazanma amaçlı üç büyük savaşa girdi, ancak bu savaşların hiçbiri Keşmir’e bağımsızlık getirmedi. 1965 savaşında, iki aşamalı (Gibraltar Operasyonunu müteakiben uygulanması planlanan Grand Slam Operasyonu) planlanan operasyonun tüm detaylarını, iddiaya göre Keşmir Başbakanı Şeyh Abdullah hapishanede haber almıştı ve CIA ile dahi paylaşmıştı. Dolayısıyla, Keşmir’le sınırlı kalması beklenemeyecek yeni bir açıktan savaşın pek de olası olmadığını, başarı şansının düşük olduğunu söyleyebiliriz. PTI Hükümeti’nin, Yeni Delhi Keşmir’de tatbik etmekte olduğu sert uygulamaları ve baskıyı azalttığında ortaya çıkması muhakkak bağımsızlık gösterilerine ve isyana destek vermesi büyük olasılık. Ama bu da hem İmran Han’ın göreve gelmeden önce dile getirdiği ve göreve geldikten sonra uygulamaya koymaya çalıştığı kalkınma ajandasına hem de dış ilişkilerde geliştirmeyi planladığı “yeni Pakistan” hikayesine darbe vuracaktır.

Pakistan ekonomisinin içinden geçtiği bu zor günlerde Pakistan ordusu bile savunma harcamalarından tasarruf etmeyi planlamışken Keşmir’de yaşananlar, Pakistan savunma harcamalarını aksine artıracaktır. Hindistan Savunma Bakanı Rajnath Sing’in Hindistan’ın nükleer silah kullanma politikasına yönelik var olan “muhtemel bir savaşta ilk kullanan olmama” politikasının şartlara bağlı olduğunu ve değişmez olmadığını dile getirmesi de Pakistan’ın tehdit algısını körüklemek içindi. Pakistan’ın Keşmir’de “cihadı” desteklemek adına girişebileceği ve oldukça tecrübeli olduğu örtülü operasyonlar ise Hindistan’ın Pakistan’ı terörle özdeşleştirmek hedefine daha da yardımcı olabilir ve Pakistan’ın son dönemde değiştirmek için yoğun çaba harcadığı “radikalizm-Pakistan” algısını yeniden gündeme getirebilir. Böylesi bir durum Pakistan’ın ABD ile ilişkilerini hiç şüphesiz olduğundan daha da zora sokar ve Pakistan’ı farklı suçlamalar ve yaptırımlarla karşı karşıya bırakabilir. Pakistan’ı bu süreçte içeride meşgul tutmak adına Belucistan ve Karaçi (Şii-Sünni çatışması) olmak üzere ülkedeki etnik ve mezhep temelli gerilimler tahrik edilmeye çalışabilir.

Hindistan, Keşmir’de attığı adımla İmran Han hükümetini içeride çok zor bir pozisyona sokup tehlikeli bir tuzak kurarken, bölgesel barışı da dinamitlemiş oldu. Modi hükümetinin Keşmir kararı ve Hindistan-Pakistan ilişkilerindeki gerilim Afganistan’daki siyasi çözüm sürecine doğrudan yansıyacaktır. Pakistan’ın ABD’nin Afganistan’dan çekilmesinden sonraki boşluğu Hindistan ve Afganistan’daki temsilcilerinin dolduracağına yönelik zaten yıllardır var olan algısı daha da körüklenecektir. Hindistan bu süreçte Afganistan’a asker göndermek gibi bir adım haricinde Afganistan’daki varlığını genişletecektir. Kabil’de bir düğün salonunda meydana gelen terör saldırısının akabinde Pakistan’ın Hindistan’ın Afganistan’daki adamlarından olduğunu düşündüğü Emrullah Salih’in Hindistan hükümetinin başsağlığı mesajını paylaşmasını, Pakistan bu şekilde yorumlamıştır. ABD’nin Hindistan’ın Keşmir adımına karşı sergilediği tavrın ardından Pakistan’ın Afganistan’da siyasi çözüme yönelik pek bir iştahı kalmayacak. Pakistan, Afganistan’daki sürece yaptığı yardımı askıya alabilir ve çözümü sabote etmeme veya ona yardımcı olmama karşılığında daha önce de defalarca denediği gibi Keşmir’i de içine alacak daha kapsamlı bir bölgesel çözümde ısrarcı olabilir. Bu öneriyi geçmişte ne Bush ne de Obama yönetimleri kabul etmişken, Trump yönetiminin oralı olup olmayacağı ise hayli meçhul. AA

İlgili İçerikler

Son Yazılar