Hindistan Yüksek Mahkemesi’nden merakla beklenen Ayodhya kararı radikal Hinduların lehine çıktı. Ayodhya Hindistan’ın kuzeyinde Nepal sınırındaki Uttar Pradesh devletinin önemli bir şehri. Geçtiğimiz yıl kasım ayında, ülkenin iktidar partisi BJP mensubu olan Eyalet Başbakanı Yogi Adityanath ve kabinesince, esasen Müslüman kökenli Faizabad kentinin ismi Ayodhya ile değiştirilmişti. Bu yılın kasım ayında da Hindu tapınağının kurulması yönündeki Yüksek Mahkeme kararıyla Ayodhya kenti ülkede yine gündem yarattı.
Ayodhya, Hindular için en önemli yedi hac bölgesinden ilki olarak kabul görüyor. Zira Hinduizm’in “mükemmel insan” olarak tasvir ettiği “büyük” tanrılarından “Rama”nın doğduğu şehir olarak kabul ediliyor. Aynı zamanda, Hindu üçlemesindeki (Trimurti) koruyucu tanrı Vishnu’nun on avatarından yedincisi olduğuna inanılan Rama’nın aşk öyküsünü konu alan ve Hinduizm’deki iki önemli destandan biri olan “Ramayana” destanının da doğduğu yerdir Ayodhya. Bu itibarla, Hindular için şehrin önemini anlamak çok güç değil. Öte yandan, Ayodhya’nın Hint Müslümanları için de bir anlamı var. Zira Hint coğrafyasında neredeyse üç yüzyıllık hükmü bulunan ve Türk-Moğol kökenli bir devlet olan Babür İmparatorluğu tarafından 1528 yılında, Hinduların savına göre Rama adına yapılan Ram Tapınağı’nın yıkılarak, inşa edilen ünlü Babri Camisi de 1992 yılının sonlarında radikal Hindularca tahrip edilmişti. Babri Camisi’nin 16. yüzyıldaki inşasının akabinde, Hinduların ilk kez Rama’nın doğum yeri olduğunu ve caminin ise Ram Tapınağı’nın yıkılmasından sonra inşa edildiğini savunmaya başladıkları 1853 yılından beri Müslümanlar ve Hindular arasında önemli gerginlik kaynağı Ayodhya için 1992 yılı, çoğunluğu Müslüman ortalama iki bin kişinin ölümüne yol açan ayaklanmaların yılıdır. Ancak ne var ki yüzyılı aşkın Ayodhya çekişmesi için bugün (9 Kasım) radikal Hindular lehine “çözüm” günüydü.
Açıkçası her ne kadar yaygın bir biçimde tarihte Hindu tapınağının yıkılarak yerine caminin yapıldığı yönünde yerel bir inanış söz konusu ise de bu noktada arkeolojik bir delilin olup olmadığı konusu tartışmalıdır. Nitekim Hindistan Arkeolojik Araştırma Raporu’nun sadece fikre dayandığı için çelişkili olduğu, dolayısıyla kesin olarak caminin bir tapınağın üzerine inşa edildiğinin söylenemeyeceği de Müslüman tarafının temel argümanları arasında yer alıyor. Diğer taraftan, günümüz Hint siyasetinin baskın bir Hindutva ideolojisiyle yoğrulduğu dikkate alındığında da radikal Hindular lehine karar veren Yüksek Mahkeme’nin ne ölçüde özerk davrandığı da çok söz götürür cinsten. Kısacası arazinin ilk sahibi Hindular mı yoksa Müslümanlar mı tartışması devam edecek olsa da sonuç itibarıyla eskiden Babri Cami’nin bulunduğu arazi bugün artık kanunen tapınak inşası için onanmıştır. Uzunca bir süredir devam eden Ayodhya davası sürecinin ardından, Hindistan Yüksek Mahkemesi, bugün (9 Kasım) tapınağın inşası için tarihi Babri Cami bölgesini Hindulara devretmeye yönelik kararını açıklarken ayrıca, Müslümanlara bir cami inşa etmeleri için “alternatif” bir arazi verileceğini de belirtti.
Karar merci olan Hindistan Yüksek Mahkemesi’nin beş kişilik hâkimler heyetinde ilerici görüşleriyle tanınan Harvard hukuk mezunu hâkim de var, Ayodhya davasını “dünya adli tarihindeki en önemli davalardan biri” olarak niteleyen hâkim de. Bu arada, Ayodhya kararına imza atan beş kişilik heyetteki hâkimlerden biri de daha önce mahkeme kararıyla yasaklanan “üçlü talak” davasındaki heyetin de beş üyesinden biri olan Müslüman bir hâkimdir.
Alınan karara saygı duyulduğu yönündeki açıklamalar konusunda ülkedeki hemen hemen her parti ortak paydada buluşurken, karardan memnun olunduğu yönündeki açıklamalar karşısında Müslüman partiler söz konusu paydadan ayrılmakta ve “kararın adalete hizmet etmediği” ifade edilmektedir. Bunun yanı sıra, her ne kadar Hindistan’daki Müslüman tarafının görüşüne göre adaleti ve eşitliği yansıtmasa da radikal Hindular lehine sonuçlanan Ayodhya kararının, Başbakan Narendra Modi liderliğindeki BJP-NDA ittifak hükümetinin politikadaki konumunu pekiştirmesine yardımcı olacağı kuvvetle muhtemel. Nihayetinde Modi’nin başını çektiği BJP, bir seçim vaadini daha böylelikle yerine getirmiş oluyor. Ayrıca her ne kadar geçtiğimiz ay yapılan Maharashtra ve Haryana meclis seçimlerinde sandalye kaybı yaşanmış olsa da gelecek ay ve sonrasında Jharkhand ve Delhi başta olmak üzere yaklaşan diğer seçimler de var.
Ayodhya kararının yansımalarına dönecek olursak, bu noktada, Hindistan hükümetinin karardan sonra “ülkede hukuk ve düzeni sağlama yönünde attığı adımları da” dikkate alan Amerikan medyasının, “Yüksek Mahkeme’nin Ayodhya davasındaki kararı, Hindistan’ın siyasi ve sosyal ortamını şekillendireceği” yönündeki açıklaması oldukça manidar. Bu arada, Hint hükümetinin karar sonrası yaşanabilecek olası tatsızlıklara karşın güvenlik önlemlerini yine sıkı tuttuğu görülüyor.
Pakistan Dışişleri Bakanı Şah Mahmud Kureyşi, Kartarpur Koridoru’nun açılışıyla aynı zamana denk gelen Ayodhya kararının zamanlamasına vurgu yapan bir açıklamada bulunmuştur. Zira Ayodhya kararının verildiği 9 Kasım, aynı zamanda Hindistan ve Pakistan arasında Sih hacıların vizesiz olarak Pakistan’daki hac alanına girişini sağlayacak Kartarpur Koridoru’nun da açılış günüdür. Fakat Hindistan Dışişleri Bakanlığınca oldukça sert bir karşı açıklama geldi. Oysaki son zamanlarda Keşmir gündemiyle bir hayli gergin olan Hindistan-Pakistan ilişkileri, otuz yıldır ertelenmekte olan Kartarpur projesinin, bilhassa Pakistan Başbakanı İmran Han’ın desteği üzerine, hayata geçmesiyle yeniden ılımlı bir atmosfere yelken açacaktı. Nitekim İmran Han ve önceki Hint Başbakan Manmohan Singh (Aynı zamanda kendisi de Sihizm dinine mensuptur.) başta olmak üzere birçok politikacının katılımıyla gerçekleşen açılış töreni iki ülke nezdinde de oldukça olumlu etki yaratmıştı.
Ayodhya kuşkusuz Hindistan’ın bir iç meselesidir. Bunun yanı sıra, kararın doğruluğu da tartışmaya açıktır. Zira o bölgede ilk etapta bir tapınağın bulunduğuna yönelik delil mahiyetinde bulgu ve belgeler, ülke içi tartışmalardan da anlaşılacağı üzere yetersiz görülüyor. Bunun yanında, kararın evrensel din özgürlüğünü baskı altına alan bir niteliği de var. Ayrıca, Hint Marksistleri (Hindistan Komünist Partisi) tarafından da dile getirildiği gibi Babri Camisi’nin yıkımı konusunda da aynı duyarlılıkla yaklaşılıp, yıkıma neden olanlar üzerine de bir inceleme, yargı ve ceza sarmalının vücuda gelmiş olması çok daha adil bir yöntemi akla getirebilirdi.
Söz konusu Ayodhya kararı üzerine Başbakan Narendra Modi her ne kadar “Bu karar hiç kimse için bir kazanç veya kayıp olarak görülmemelidir.” ifadelerini kullanıyor olsa da radikal Hindular için kazanç, Müslümanlar için kayıp olduğu söylemleri Hindistan gündemini şimdiden meşgul etmeye başladı. Diğer taraftan, halkından “uyum ve barış örneği” sergilemesini isteyen Modi, Ayodhya kararının da ardından “yeni Hindistan” inşasına yeniden vurgu yapıyor. Gerçekten, Modi’nin “yeni Hindistan” görüşü neyi ifade ediyor? Haziran başında ikinci iktidar dönemine başlayan Modi hükümeti, altı aydan kısa bir süre içinde yıllardır Hindu ve milliyetçi gündemlerinde vaat ettikleri hemen her şeyi yaptılar. Ancak baş etmeleri gereken ciddi bir ekonomi meselesi de masada bekliyor. Modi hükümetinin sadece ideolojik değil, aynı zamanda politik tabanda da Hindutva temelinden yararlandığı açık olmakla beraber, masada bekleyen ve bekledikçe daha çetrefilli bir hal alan söz konusu ekonomik daralmanın da önüne geçilmediği sürece politik destek de zamanla aynı oranda sıkıntıya düşecektir. “Yeni Hindistan” konusuna gelince, ağırlıklı olarak ülkedeki Müslüman kesimi etkiliyor olsa da ülkede genel anlamda bir dönüşümün söz konusu olduğunu belirtelim.
Geçtiğimiz yıl, ülkenin “yeni vatandaşlık yasası” (NRC) gereğince, 1971 yılından önce bölgede yaşadığını kanıtlayanların vatandaş olarak kalabileceğinin, bunun haricinde Bangladeş’in bağımsızlık sürecinde Hindistan’a göç etmiş olanların “yasadışı göçmen” olarak kabul edileceğinin gündeme gelmesiyle beraber, Bangladeş’i bağımsızlığa götüren süreçte Assam’a göçmüş dört milyon insandan bilinen rakamla yaklaşık iki milyonunun artık vatandaşlık hakkı yok. Söz konusu kişiler arasında yalnızca Müslümanlar değil, Hindular da yer almakta. Bu arada, sınır dışı işlemleri için henüz herhangi bir hamlede bulunulmamış ve sınır dışı edileceği yönünde beklentiler de düşük. Bir önceki yıl, Müslüman erkeklere tek taraflı boşanma yetkisi veren “üçlü talak” tasarısının yasalaşıp, kanunen yasaklanması diğer bir örnek. Bu örnek olumlu olsa da ünlü Taj Mahal’de namaz kılmanın yasaklanması için aynı şey düşünülemez. Ayrıca bu yılki radikal “Keşmir” kararı da halen gündemde. Başka bir örnek de mevcut yönetimin birtakım isim değiştirme adımları. Kent, köy, kasaba, cadde, sokak, tren istasyonu, havalimanı gibi yer adlarının değişim zincirine şimdilik son eklenenler Müslüman kökenli Allahabad kent adının Prayagraj, Faizabad kentinin Ayodhya ismiyle güncellenmesi. Bunun gibi totalde yirmi beş kent ve kasaba adının değişmesi söz konusu. Ancak ülkede isim değişikliği yeni değil. Hindistan’ın İstanbul’u diyebileceğimiz, ülkenin finansal ve ticari merkezi, aynı zamanda en büyük şehri ve Hint film endüstrisi Bollywood’un merkezi olan Bombay, 1995’te Mumbai olarak değiştirildi. Ülkenin önemli idari ve kültürel merkezi olan Madras, 1996’da Chennai olarak; Britanya Hindistanı’nın eski başkenti (1772-1911) ve Hindistan’ın önemli liman kentlerinden Calcutta (Kalküta), 2001’de Kolkata olarak güncellenirken, ülkedeki son değişiklik Hint eyaleti Orissa, 2011’de Odisha olarak gerçekleştirildi. “İngilizleştirilmiş” isimlerdeki bahsi edilen bu değişiklikler kuşkusuz İngiliz izini silmek ereğiyle yapılmıştı. Bugün halen Hindistan’da İngiliz etkisinin kullanılan resmi dille sabit kılınması da ayrı bir ironi ancak çeşitlilik cenneti ülkede, kendilerine yaklaşık iki yüzyıl dayatılmış olan İngilizcenin bütünlüğü sağlayan bir cevher niteliğinde görülmesi haliyle kaçınılmaz. Son olarak, “bütünlük” demişken, her daim altı çizildiği üzere alınan kararlarda ülkenin “çeşitlilik içinde birlik” ilkesi ülke menfaati minvalinde daha iyi okunmalı. Zira ayrıştırıcılığa yol açabilecek kısa vadeli çözümler bir süre sonra sorunun kendisi olabilir ve uzun vadede daha da içinden çıkılmaz bir hal alabilir.