Nüfuz Coğrafyamızın Sınır Karakolu “Afganistan”

Paylaş

Başkent Kabil’de düşen helikopterde 12 askeri personelimizin şehit olmasının ardından, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden TV ekranlarına, gazete sayfalarından sokaklara kadar her mecrada “Afganistan’da ne işimiz var?” sedaları yükselmeye başladı. Küresel rol oynadığımız asırların üzerinden geçen 100 yıllık bir nekahet döneminin son demlerinde, bu soruları fazla yadırgamamak gerekiyor belki de. Birazda bu soruları tarihsel ve kültürel anlamda 100 yıl bitkisel yaşam sürmüş bir milletin, hipnozdan uyanırken “neredeyim ben?” sorusu gibi algılamak gerek.

Afganistan. Asya’nın kalbi.  Güney Asya, Ortadoğu, Orta Asya ve Uzak Doğu gibi Asya’da çok önemli coğrafi bölgelerin buluşma ve kesişme noktası. Diğer bir deyişle stratejik bir kavşak ve Asya için yüksek bir gözetleme kulesi. Afganistan’ı kontrol eden Asya’yı kontrol eder. Bu nedenledir ki, tarih boyu sayısız emperyal gücün beyhude istilalarına maruz kaldı Afganistan. Hindukuş ve Himalayalar kadar mağrur ve onurlu Afgan halkı, kapısını çalan hangi milletten olursa olsun son parça ekmeğini aç kalma pahasına da olsa paylaştı. Ancak topraklarını işgale yeltenen kibirli ve zalim güçler için de Afganistan’ı bir imparatorluklar mezarlığına çevirdi. İngilizler ve Sovyetlerin ardından şimdide ABD’nin Afganistan’da anıt mezarı dikilmek üzere.
1979 yılında sıcak sulara inme hayalleriyle başlayan komünist işgali, Afganistan’ı bugünlere taşıyan süreci tetikledi. Uhud ve Bedirden sonra belki de hiçbir savaş Afganistan savaşı kadar cihad etkisi yaratmadı. Osmanlı’nın çöküşü sonrası kendini zillette hisseden her Müslüman savaşçı, onurunu Afganistan’ın sarp ve sert  coğrafyasında ateist bir rejime karşı şehadette aradı. Mustazafların komünizm ve Sovyetler Birliği’ne karşı sarsıcı zaferi, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ikinci dünya savaşı sonrası oluşan iki kutuplu bir çağı sona erdirdi.

Ne var ki, Cihad sonrası Afganistan, Uhud Savaşı sonrası yaşanan ganimet paylaşımı zafiyetini yaşadı. İktidar ve güç mücadelesi mücahid guruplar arası savaşa dönüştü. Şimdi Sovyetler Birliğine karşı 10 yıl süreyle verilen savaşta tamamen tahrip olan, yorgun ve tükenmiş bir Afganistan ve birbirine yiyip tüketen kutsal savaşın son çocukları kalmıştı geriye. Oluşan bu bitap düşmüş Afganistan manzarası ABD ve Batılı güçlerin Asya’daki menfaatlerini şekillendirmeleri ve güvence altına almaları açısından kaçırılmaması gereken iştah açıcı bir fırsat sunuyordu.

ABD ve Batı’nın yeryüzündeki hegemonyası Asya yakasından tehdit ediliyordu. Hindistan ve Çin’in önlenemeyen ekonomik yükselişi, Pakistan’ın Müslüman kimlikli nükleer silahları, İran’ın İsrail ve ABD’yi tedirgin eden rejim tehditleri, Afganistan ve Hazar Denizi merkezli bakir enerji kaynaklarının kontrol altına alınması, zaten yorulmuş ve tükenmiş bir Afganistan’ın işgalini gerekli kılıyordu. Öyle de oldu. Bin Ladin, EL Kaide ve İkiz kuleler senaryosu ile 2001 yılında Afganistan işgal edildi. Taliban ve El Kaide unsurlarının ortadan kaldırılarak dünyanın terörden arındırılacağı vaatleriyle gerçekleşen işgalin ardından terör ve şiddet iklimi Afganistan’ı da aşarak Pakistan, Hindistan, İran ve Çin’i etkisi altına aldı. Afganistan’da oluşturulan otorite boşluğu ile bölge adeta bir terör laboratuarı haline getirildi ve her hedef ülkenin dokusuna uygun bir terör örgütü üretildi. Pakistan, Pakistan Taliban Hareketi, İran Cundullah, Hindistan Leşkeri Tayyibe (2008 Mumbai Baskınları) örgütleri, Çin ise CIA tarafından Afganistan’da eğitilen Uygurlar (Urumçi Olayları) tarafından hedef alınarak bölgedeki hedef ülkeler istikrarsızlaştırma politikasına tabi tutuldu.

Küresel Güçlerin Değil Afgan ve Türk Halkının Menfaatleri

NATO’nun bir üyesi olarak Türkiye’nin Afganistan’daki varlığı tüm bu küresel güç menfaatlerinin ötesinde Afgan halkının menfaatlerinin korunması ve Asya’ya ilişkin stratejilerimizin bir gereği ile açıklanmalı ve anlam kazanmalıdır.
Türkiye TBMM’nin 10 Ekim 2001 tarih ve 722 sayılı kararına istinaden Afganistan’da yürütülen eğitim, altyapı, sağlık hizmetlerine toplam 1646 askeri personelle destek vermektedir. ABD kaynaklı tüm baskılara rağmen Türkiye, Afganistan’da terörle mücadele, mayın temizleme ve uyuşturucu ile mücadele gibi konularda görev almamış ve muharip bir rol üstlenmemiştir. Tam tersi Afgan çocuklarının eğitilmesi, Afgan halkının sağlık ihtiyaçlarının giderilmesi, tarım ve hayvancılık konularında mesleki eğitimlerin sağlanarak istihdamın artırılması, Afgan güvenlik güçlerinin eğitilmesi gibi Afgan halkının yaşamına müspet değerler katan hizmetler sunulmaktadır.

Zaman zaman Afganistan’ın Ankara Büyükelçi Yardımcısı Atikullah beyle yaptığımız Afganistan sohbetlerimizde  Türkiye’nin Afganistan’da bulunmasının Afgan halkına verdiği güveni dile getiren Atikullah, Afganistan’ın yeniden yapılandırılması sürecinde Türkiye’yi bir model olarak aldıklarını ve bu yönde çok sayıda proje yürütüldüğünü açık yüreklilikle ifade ediyor. Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi ile Afganlı sağlıkçıların staj çalışması için protokol hazırlığında olduklarını söyleyen Atikullah, Afgan gençlerini AK Parti Gençlik Kolları ile buluşturarak geleceğin Afganistan’ını AK Parti modeliyle şekillendirmeyi hedeflediklerini vurguluyor. Sanırım sadece bu ifadeler bile Afganistan’da ne işimizin olduğunu izaha yetiyor.
Ancak şüphesiz bundan çok daha önemli gerekçeler de var. Ve aslında asıl sorulması gereken soru “Afganistan’da ne işimiz var?” sorusu değil, “Afganistan’da kendi çözüm stratejilerimizi niçin ortaya koyamıyoruz?” sorusu olmalıdır.

Afganistan, Nüfuz Coğrafyamızın Sınır Karakoludur

Afganistan ve Pakistan ekseni Türk dış politikasının önemli sınır ve sinir uçlarından birini oluşturuyor. Afganistan, Türkiye için stratejik, ekonomik ve siyasi anlamda göz ardı edilemeyecek, ilgisiz kalınamayacak bir ülkedir. Bölge ile olan tarihi, etnik, kültürel bağlarımız bir yana Afganistan, Asya’nın içlerine doğru uzanan nüfuz coğrafyamızın bir sınır karakolu niteliğindedir. İstikrarlı bir Afganistan, küresel güç potansiyellerini hatırlayarak bitkisel hayattan uyanmaya başlayan bir Türkiye için uluslararası arenada her zaman güvenebileceği önemli bir müttefik ve Asya’nın kalbinde sınırsız imtiyazlarla sunulmuş önemli bir üstür. Güç ve zenginliğin Batıdan Doğuya kaydığı ve geleceğin Asya’dan yükselmeye başladığı bu süreçte Türkiye’nin Asya’nın kalbi niteliğindeki Afganistan’da bulunmasından daha doğal bir şey olamaz.

Türkiye Afganistan’la doku uyumu bulunan ve Afganistan halkı tarafından işgalci olarak algılanmayan tek ülkedir. Bu nedenledir ki her gün birkaç yabancı güç askerinin saldırıya uğrayıp öldürüldüğü Afganistan’da Türk Askerine yönelik tek bir kurşun dahi atılmamıştır. Yabancı güçlerin Afganistan’daki varlığı doku uyuşmazlığı nedeniyle Afgan halkı nezdinde antipati yaratıp reaksiyon oluştururken, bölge halkı ile doku uyumu bulunan Türkiye’nin varlığı sempati ve güven oluşturmaktadır. Türkiye, Afganistan halkına bu zor süreçte ihtiyaç duydukları sağlık, eğitim, istihdam ve altyapı gibi hayati hizmetleri samimi anlamda sunabilen tek ülkedir.

Türkiye’nin gerek Afgan halkının Batılı güçlere karşı haklarının korunması, hayati hizmetlerin sunulması, gerekse başta enerji olmak üzere Asya’daki stratejik menfaatlerimizin korunması adına masada olması, yani Afganistan’da misyon üstlenmesi zorunludur. Türkiye enerji koridoru haline gelen bir ülke ise Asya’nın merkezinde şekillenen enerji politikalarına sessiz ve ilgisiz kalamaz.

Dünyanın faklı coğrafyalarında, Batı’da Almanya ve Avusturya’dan Doğu’da Japonya, Güney Kore ve Myanmar’a kadar uzanan 34 ülkede 78 şehitliği olan bir medeniyetin mirasçısı olarak Türkiye, Afganistan meselesine asla sessiz ve ilgisiz kalamayacak bir ülkedir.

Afganistan Bir Müslüman Mahalle Sorunudur

İnançlarımız ve sahip olduğumuz değerler de bize Afganistan’da var olmayı farz kılıyor. İslam anlayışında yer alan “Doğudaki Bir Müslüman’ın ayağına diken batsa, batıdaki Müslüman aynı acıyı hissetmiyorsa kamil bir mümin olamaz.”  Düsturu, kamil bir Müslüman’a Afganistan’da bulunmayı, acısını duymayı ve paylaşmayı şart koşar.
Bir Müslüman coğrafyası olan Afganistan’da herkesten önce bizim bulunmamız gerekir. Türkiye, Afganistan meselesini bir Müslüman Mahalle meselesi haline getirerek şiddet ve askeri yöntemlerden başka çözüm yöntemleri sunamayan Batılı güçlere bölgenin dokularına uygun barışçıl çözüm önerileri sunabilmelidir.

İşgalin üzerinden geçen 10 yıla rağmen, ABD’nin her 6 ayda bir ortaya attığı, bir öncekinin  kopyası ve rasyonel çözüm anlayışından uzak çözüm stratejilerine karşı İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) Afganistan’la ilgili bir çözüm stratejisi metnini ortaya koyamamış olması, oldukça üzücüdür.

Türkiye Afganistan’da Taliban dahil her türlü unsurla diyalog kurup çözüm geliştirebilecek potansiyel ve dinamiklere sahiptir.

Bu anlamda Türkiye’nin Afganistan’da alternatif çözüm yollarını ortaya koymak adına yabancı güçlerin Afganistan’ı terk edeceği 2014 sonrası için İİT’nin dinamiklerini devreye sokması gerekmektedir. İİT, 2014 sonrası Afganistan için İslam Aleminin saygın simalarından geçici bir Afganistan Barış ve İstikrar Hükümeti oluşturmalı, güvenlik, eğitim, sağlık ve istihdam alanlarında ilerleme sağlanıncaya kadar Afganistan’ı yönetmelidir.
Küresel güç potansiyellerine haiz bir ülke olarak Türkiye, hem Afgan halkının hem de Türkiye’nin menfaatleri için Afganistan’da önümüzdeki süreçte daha etkin rol oynamak durumundadır. 34 farklı coğrafyada şehitliği bulunan bir ülkenin genlerinde dünyanın neresinde olursa olsun haksızlıklara müdahale, yardım taleplerine aksi seda dinamikleri olmasından daha doğal ve anlamlı ne olabilir? Unutulmamalıdır ki; Türkiye küresel bir güçtür ve nüfuz coğrafyasının sınırlarını sadece kendi hayalleri belirler.

Ali ŞAHİN GASAM Başkanı

İlgili İçerikler

Son Yazılar