Phantom F4

Paylaş

Mostar Temmuz sayısı için Suriye’ye ilişkin yeni bir analizin son satırlarını yazarken Türk Hava Kuvvetlerimize ait bir jetin Suriye sınırlarında düştüğü haberi geldi. O saatlerde Brezilya’dan dönen ve Başbakan Erdoğan’ı taşıyan Ata uçağı Yunanistan üzerinde ve rotası İstanbul’du. Önce Genel Kurmay Harekat Merkezi’ne ulaşarak konuyla ilgili bilgi almaya çalıştım ancak toplantı halinde olan kurmaylardan haber almak mümkün olmadı. Ardından Milli Savunma Bakanımıza ulaşmaya çalıştım. Savunma Bakanımız da toplantıdaydı. Ankara’ya inmesinin ardından Başbakan Erdoğan’ın “Uçağımız düşürüldü diyemem” şeklindeki açıklaması işin rengini net bir şekilde ortaya koymuştu. 23.00 uçağıyla Ankara’dan Suriye sınırlarına doğru, Gaziantep’e havalandım. Gece 01.00 sularında eve vardığımda tüm TV kanallarında son dakika haber bantlarının rengi kırmızıydı.

Mostar’ın 82. Sayısında “Suriye’ye Sezaryen Operasyonu” başlığı ile kaleme almış olduğum analizde Türkiye’nin zihninde Suriye’ye karşı bir operasyon düşüncesi olmasa da Suriye’nin buna mecbur bırakacak tavırlar içine girebileceğini şu şekilde ifade etmiştim; “Türkiye ve Genelkurmay’ın bu süreçte Suriye rejimine karşı muhtemel bir operasyon ve müdahaleyi en azından masasında çalışması gerekiyor. Türkiye gibi küresel güç potansiyelleri taşıyan ve Ortadoğu’nun en büyük gücünün gündeminde böyle bir müdahale seçeneği zaten hep var olmalı. Operasyon zorunluluğu her zaman kendi istem ve tercihlerinize bağlı gelişmeyebilir. Kıbrıs çıkarmasında olduğu gibi çoğu kere karşı tarafın tutum ve meydan okumaları sizi buna mecbur bırakabilir.”

Nitekim Suriye ve Esed rejimi, içinden geçtiği psikolojik bunalım ve şuur kaybının da etkisiyle Ortadoğu’da önemli ve tehlikeli bir süreci tetikleyecek intihar eylemini gerçekleştirdi. Bir başka ülkeye ait savaş uçağının hiçbir barışçıl uyarı ve geri püskürtme teşebbüsüne gerek duyulmadan hedef alınarak düşürülmesi, uluslararası ilişkiler ölçeğinde apaçık bir “İlanı Harp”tır.

Esed rejimi Suriye’de her geçen gün daha da daralan çemberle başkent Şam’a hapsoluyor. AB – Türkiye Karma Parlamento Komisyonu çalışmaları için geçtiğimiz hafta Strazburg’taydım. Komisyon onuruna verilen bir akşam yemeğinde aynı masayı paylaştığımız İsveç Dış İşleri Bakanı Carl Bildt’in Avrupa Parlamentosu üyesi eşi Anna Maria Corazza Bildt ile uzun uzadıya Suriye’yi konuştuk. Anna Maria Suriye’ye askeri bir operasyon konusunda Batılı ülkelerin de son zamanlarda dillendirmeye başladıkları iki noktayı zorunlu görüyordu. Bunlardan ilki askeri operasyon için Suriye’nin belli bir bölümünün mutlaka muhaliflerin kontrolüne geçmesi, ikincisi ise muhaliflerin güçlerini Esed rejimine karşı birleştirmeleri noktasıydı.

Strazburg dönüşü uçakta Le Figaro gazetesinin Suriye’deki BM gözlemcilerine dayanarak verdiği ve Suriye’nin % 40’ının muhaliflerin kontrolünde olduğu yönündeki haber, Batılıların Suriye’ye yönelik askeri operasyon şartlarından ilkini ortaya koyuyordu. Esed kendisini Kaddafi vari bir sonla yüzleştirecek çemberin her geçen gün daha da daraldığının farkında. Annan planına uymayarak dozunu artırdığı çocuk ağırlıklı sivil katliamlarla Rusya ve Çin gibi müttefiklerinin de midesini bulandırmaya başlayan Esed, uluslararası kamuoyunda her geçen gün destek ve güven kaybına uğruyor, kan kaybediyor. Bu durumun farkında olan Suriye, Türkiye’yi tahrik ederek, ve destekleri zayıflayan müttefiklerini de dahil ederek bölgesel bir savaşı başlatmak ve çıkmaz sokakta sıkışmış olan kaderini değiştirmek istiyor.

Saldırı Son Derece Planlı

Öncelikle Uçağımıza yapılan saldırıyı son derece iyi analiz etmemiz gerekiyor. Saldırı sıradan ve spontane gelişmiş bir saldırı değil. Bilakis tamamen Türkiye’yi hedef alan son derece planlı, provokatif ve ilanı harp niteliğinde bir saldırı. Saldırının temel hedeflerini şu şekilde analiz edebiliriz:

Ortadoğu’da nüfuzu artan, Arap halklarının sevgi ve sempatisini kazanmış ve Ortadoğu’nun aydınlık geleceğini imar eden Türkiye’nin sıcak çatışma içine çekilerek devre dışı bırakılması temel hedeflerden biri. Türkiye Ortadoğu’nun hangi sokağında olursa olsun Arap halklarının sevgi ve sempatisine muhatap olmuş bir ülkedir. Bununla da kalmayıp Türkiye ve AK Parti, özgürleşen Arap meydanları ve parlamentoları için model bir ülke ve siyasal sistem olmuştur. Yeniden şekillenen kimi Arap ülkelerinin anayasaları dahi halihazırda Türkiye’de yazılmaktadır. Bu saldırının en önemli hedeflerinden biri belki de ilki Türkiye’nin Ortadoğu’da elde ettiği bu kazanımlar ve artan nüfuz gücüdür.

Şu noktayı altını çize çize belirteyim. Uçağımıza düzenlenen saldırı çok büyük bir olasılıkla İsrail-Suriye işbirliği ile gerçekleşmiş bir saldırıdır. Er ya da geç bir gün tarih bunu belgeleyecek. Bugüne kadar sınırlarını yüzlerce defa ihlal etmiş, askeri tesislerini vurmuş bir İsrail’e tek kurşun sıkmayan Suriye’nin bile bile Türk uçağını düşürmesi, Suriye’nin tek başına asla cesaret edemeyeceği bir eylemdir. Ortadoğu’da İsrail’e kafa tutup had bildiren, Suriye’deki muhalifleri her şartta destekleyerek Şam’daki zalime meydan okuyan Türkiye ve Erdoğan, İsrail ve Suriye için ortak bir düşman ve hedef haline gelmiştir.

Bir zamanlar Suriye ile adeta kan ve can düşmanı olan İsrail’in Suriye’nin içinden geçtiği sürece tek fiske vurduğunu duyanınız ya da göreniniz var mı? Ya da bu kaos sürecinde Esed sizce neden İsrail değil de Türkiye sınırlarına asker yığıyor olabilir? Suriye Arap baharı etkisine girdiği günden bu yana İsrail, Suriye sınırında tek bir hareketlilik yaşandı ya da tek bir asker artırımına gidildi mi? Türkiye ve Erdoğan’a haddini bildirmek isteyen İsrail ile Türkiye’nin Suriye muhalefetine olan desteğiyle can derdine düşmüş olan Beşar Esed, bu konjonktürde müttefiktirler.  Bölgede Arap Birliği dahil tüm Arap dünyasında sevimsizleşen, ve İran dışında tüm desteğini yitirmiş bir Suriye’nin bu sürecin doğurduğu tek dostu İsrail’dir. Ve İsrail için de en iyi Suriye, başında halk iradesiyle seçilmiş bir hükümetin değil,  “La İlahe İlla Beşar” demediği için Müslümanları diri diri toprağa gömen zalim bir Nusayri diktatörünün bulunduğu Suriye’dir.

Ortadoğu’da artan nüfuz ve sempatisi, Arap dünyasında oynadığı rol modelliği, krizlere rağmen gelişip büyüyen ekonomisi, bu yönleriyle birlikte İsrail’in varlığını tehdit eden duruşu ve Esed karşıtlığı Türkiye’yi İsrail ve Beşar Esed için ortak düşman haline getirmiştir.

Zor Olan Suriye İle Savaş Değil Savaşmamaktır

Şurası çok açık. Suriye gibi sallanmakta olan bir rejimin Türk uçağını düşürmesi bir İlanı Harp niteliği taşımaktadır. Ve Türkiye gibi bir ülke normal şartlarda böyle bir saldırıya en geç 24 saat içinde misliyle misilleme de bulunur. Suriye ile Türkiye’nin savaş gücü ve yetenekleri kıyaslanamaz bile. Kaldı ki, içerde kendi topraklarının % 40’nı muhalif güçlere kaptırmış ve şehir savaşlarının yaşandığı, pilotlarının uçaklarıyla birlikte kaçarak komşu ülkelere sığındığı, ordusu psikolojik olarak yıpranmış ve direnci kırılmış bir  rejimdir Esed rejimi. Bu şartlarda zor olan Suriye ile savaşmak değil savaşmamaktır. Ancak, uçağımızın vurulması hadisesinin arkasında sadece Suriye’nin can korkusu değil, büyüyen, güçlenen ve Ortadoğu’da fincancı katırlarını ürküten Türkiye’nin, özellikle son 10 yılda elde ettiği ekonomik, siyasi, kazanımlarını yok etmeye yönelik bir komplo girişimi vardır.

Türkiye tarihinde Araplara karşı savaşan bir ülke olmamıştır. Suriye savaşı her ne kadar zalim bir diktatöre karşı girişilecek bir savaş da olsa, Arap coğrafyasında Türk-Arap savaşı algısına dönüştürülme özelliği vardır. Ki, bu algıyı çok güçlü bir fitneye dönüştürebilecek şer bir İsrail lobisi her zaman mevcuttur.

Kazansak Da Kaybedeceğimiz Bir Savaş Olur

Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahalesi Ortadoğu’da savaşın cephesini genişletecektir. Çevremizde İran ve Rusya dahil Türkiye’nin gereğinden fazla güçlendiğini düşünen ve hegemonyalarını Türkiye tehdidi altında hisseden çok sayıda Avrupa ülkesi bulunuyor. Suriye-Türkiye savaşı bu anlamda söz konusu Türkiye tedirginliği yaşayan ülkeler için fırsat taşımaktadır. Bu savaşla Türkiye, rahatlıkla ekonomik ve siyasi anlamda yıpratılarak, tehdit olmaktan çıkarabilinir.

ABD ve NATO’nun varlığı bu savaşta Türkiye için bir güvence asla değildir. Türkiye NATO’nun Suriye’ye karşı müdahalesinde rol üstlenebilir ama tek başımıza girişeceğimiz bir savaşı planlayacaksak ABD ve NATO’yu yanımızda asla bulamayacağımız seçeneğiyle hareket etmeliyiz. Kısaca NATO’nun müdahalesine evet ama bizim açıp NATO’yu beklediğimiz bir savaşa hayır.

Suriye’ye karşı tek başımıza gireceğimiz bir savaş sonunda kazansak da son 10 yılda tüm önemli kazanımlarımızı ve dahası geleceğimizi kaybedebileceğimiz bir savaş olacaktır. Şurası kesin. 1 yıl sonra Suriye’de Esed olmayacak ama Türkiye güçlü varlığını devam ettiriyor olacaktır. Ve çok değil yakın bir zamanda öyle güçlü bir Türkiye olacak ki, çakallar musallat dahi olmaya cesaret edemeyeceklerdir.

Farklı Yöntemlerle Güçlü Bir Misilleme

Savaşmama seçeneği, Türkiye’nin caydırıcılığını, inanırlılığını ve itibarını çok ciddi şekilde tehdit eden bu saldırıya karşı sessiz kalmak anlamına asla gelmemelidir. Türkiye mutlaka misillemede bulunmak zorundadır ve bulunacaktır da. Ama kendi özel yöntemleriyle!

Günümüz savaşları artık açık bir konvansiyonel savaştan öte örtülü sıra dışı bir savaş yöntemidir. Siyasi maliyeti ve riskleri çok daha düşük bir savaş yöntemi olan Gayri Nizami Harp yöntemi kullanılarak güçlü bir misilleme yapılmalıdır. Kaldı ki karşımızda güçlü, organize, disiplinli bir hedef değil, kendi içinde çatışan, psikolojik zafiyet ve iç çatışma ikliminde bir yapı bulunmaktadır. Gayri Nizami Harp yönteminin her türlüsünü ama her türlüsünü kullanarak güçlü bir misillemede bulunmalıyız. Suriye gibi azınlık bir aile diktatörlüğü ile yönetilen ülkelerde sistem tek bir taşın devrilmesi ile tümüyle çöker. O istinad taşının bir “sezaryen operasyonu” ile alınması hızlı bir çözülmeyi getirecektir.

Bu yazının son satırlarını Ankara’da alışık olmadığım kadar askeri helikopter trafiğinin gerilim kokan gürültüleri altında kaleme alıyorum. Son söz: NATO’nun Suriye’ye açacağı bir savaşın parçası olabiliriz. Ama Kıbrıs Müdahalemizi de hatırlayarak kendi açacağımız bir savaşa NATO’nun ya da ABD’nin ortak olmasını beklemeyelim.

Tek başımıza açacağımız bir savaş yerine kusursuz bir planla Suriye, açık bir savaştan çok daha güçlü ve maliyetsiz bir darbeye maruz bırakılmalıdır.

İlgili İçerikler

Son Yazılar