Doğu’nun artan, Batı’nın kalkan sınırları!

Paylaş

Coğrafi, etnik, mezhepsel, ideolojik, psikolojik bölünmeler yüzyıllardır sömürgeci küresel güçler tarafından kullanılan bir böl-yönet-sömür stratejisidir. Bölünme yeni sınırları, yeni sınırlar anlaşmazlıkları, anlaşmazlıklar çatışmayı, çatışma zayıflamayı, zayıflama ise sömürülmeyi doğurur.

Bölünmenin sonunu sömürülenin direnci ve sömürgecilerin gücü belirler. Bazen bir sömürü coğrafyası uluslararası literatürde sömürgeci güçler arasında “Bone of Contention” denilen anlaşmazlık coğrafyası haline dönüşür. Bu tabir adını bir köpek sürüsü arasında paylaşılamayan ve köpek dalaşına sebebiyet veren “kemikten” almıştır. En güncel örnekle Suriye bugün küresel ve bölgesel güçler arasında bone of contention yani paylaşılamayan bir anlaşmazlık coğrafyası haline dönüşmüştür. Böl-yönet-sömür stratejisinin en acımasız şekilde uygulandığı coğrafya son yüzyıldan bu yana İslam coğrafyası olmuştur. Osmanlı sonrası Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın ve yine Hindistan yarımadasının 1940’lı yıllardan sonra bölünerek halen sömürülüyor olması bu stratejinin bir ürünüdür.

Ortadoğu’nun Osmanlı sonrası maruz kaldığı bölünme türü bölgeyi yönetme stratejisinin ilk aşamasıdır. Buna göre bölge bir etnik, dini, mezhepsel ya da ideolojik bölünmeden öte çatışma ve istikrarsızlık doğuracak suni kaos sınırları ile bölünmüştür.

Bölünmenin aşamaları

Bölünmenin Arap Baharı sonrası şimdiki aşaması ise etnik ve mezhepsel bölünme sürecidir. Osmanlı Sonrası Sykes-Picot sınırları olarak bilinen ve hiçbir mantıksal zemine oturmayan cetvelle çizilmiş bu sınırlarla oluşturulmuş sömürü devletleri Henry Campbell Bannerman dokümanı olarak bilinen bir strateji belgesi ile yönetilmekte ve sömürülmektedir.

Ortadoğu yaklaşık bir asırdan bu yana Henry Campbell Bannerman dokümanı olarak bilenen ve Ortadoğu’daki her türlü bölünmüşlüğü, çatışmayı körükleyen, Ortadoğu halklarının şuuraltlarını kilitleyip bilinçsizleştiren, bölgede azınlık ve aile yöne-timleri oluşturarak Batı’ya bağımlı bir coğrafya hedefleyen bu dokümanla yönetilmektedir. Bu sömürü stratejisine göre Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde yaşayan Arap ve Müslüman toplumlar Batı için çok büyük bir tehdit oluşturmaktadır.

Bu nedenle doküman söz konusu toplum ve coğrafyaların bölünmesi ve zayıflatılması için dört maddeden oluşan aşağıdaki adımları hayata geçirmeyi teklif eder;

1-) Bölgede (Osmanlı topraklarında, bugünkü Ortadoğu’da ) parçalanmaları, bölünmeleri ve ayrışmaları desteklemek ve körüklemek.

2-) Bölgede emperyalist ülkelerin güdümünde ve kontrolünde politik suni yapılar üretmek.

3-) Entelektüel, dini ve tarihi her türlü birlik ve bütünlük ile mücadele etmek, savaşmak ve etkisiz hale getirmek. Bölge halklarının birlik ve bü-tünlüklerini parçalamak için pratik çözümler geliştirmek.

4-) Tüm bu hedeflere ulaşmak için Filistin’de bölge dışından bir nüfusa sahip, son derece güçlü, komşularına düşman, Batılılara ve Batı’nın çı-karlarına dost bir Buffer State (Tampon devlet) oluşturmak. (Adı henüz konulmamış İsrail planlanıyor)

Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ile birlikte Ortadoğu’yu ve İslam coğrafyalarını Batı’nın bu sömürü strateji belgesi yönetmiş ve yönetmeye devam etmektedir. Buna göre suni sınırlarla oluşturulan ülkelerin Batı’ya bağımlı halde kalması ve sömürülmesi için;

1-) Halkların cahil kalması sağlanarak her türlü etnik, dini, ideolojik, mezhepsel çatışmalar körüklenmiş ve bölünme derinleştirilmiştir.

2-) Suni devletlerin başına ya azınlık diktatörleri ya da aile diktatörleri getirilmek suretiyle yönetimin Batı’ya olan bağımlığı kaçınılmaz hale ge-tirilmiştir. Batı Ortadoğu’yu bu azınlık ya da aile rejimleri üzerinden 100 yıldır yönetmekte ve sömürmektedir.

Sykes-Picot anlaşmasının 1916 yılında devreye girmesiyle birlikte gizli Henry Campbell Bannerman dokümanı uygulamaya girmiştir

Arap Baharı sonrası 100 yıldır suni Sykes-Picot kaos sınırları ile yönetilen Ortadoğu’da ikinci aşamaya geçilmiştir. Bu yeni aşama bölgenin etnik ve mezhepsel olarak bölünerek daha da küçültülmesi ve sömürünün güncellenip daha da derinleştirilmesini öngörmektedir. Tüm bu tarihi belge ve gerçekler ışığından baktığımızda Kuzey Irak’ta ortaya konulan referandum oyununu rahat okuyup bölge üzerindeki sis perdelerini aralayabiliriz.

Bölgede şu an oynanan böl-yönet-sömür oyunu ucuz görülen Müslüman Kürt kanı üzerinden oynanmaktadır. Farz edelim ki Irak, Türkiye, Suri-ye ve İran’ın Kürt bölgelerini de içine alan bir Kürdistan kuruldu. Bölünme bitecek mi? Hayır bitmeyecek bu kez bölünme Türkiye Kürt’ü, İran Kürt’ü, Irak Kürt’ü, Suriye Kürt’ü diye devam edecek. Peki bununla bitecek mi? Hayır yine bitmeyecek bu kez Sünni Kürt, Şii Kürt diye bölecekler. Peki bölünme bununla sona erecek mi? Hayır yine bitmeyecek. Bu kez İslamcı Kürt, laik Kürt, sağcı Kürt, solcu Kürt diye bölecekler. Neden? Çünkü Batı’nın hayatta kalabilmesinin tek yolu sömürmektir. Sömürmek için zayıflatması, zayıflatmak için çatıştırması, çatıştırmak için de bölmesi gerek-mektedir.

Hindistan örneği

Hindistan tarih boyunca Portekiz, Fransız ve son olarak İngilizler tarafından çok katı ve acımasız bir şekilde sömürülmüş bir coğrafyadır. Hindis-tan yarımadasında 1850’li yıllarda başlayan İngiliz sömürüsü 1948’e kadar devam etmiştir. Hindistan yarımadası bugünkü Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’i içine alan geniş bir coğrafyadır. 1948 yılına kadar bölgeyi sömüren İngiltere, Hindistan yarımadasındaki kontrolünü küresel sömürgecili-ğin zayıflaması ile birlikte kaybedince bölgeden çekilmek zorunda kalmıştır. Ancak sömürünün kalıcı olması ve devamı için yine böl-yönet-sömür stratejisi ile Müslüman Pakistan fikrini ortaya atarak Pakistan ve Bangladeş’i (1972 yılına kadar Bangladeş Doğu Pakistan adıyla yaşam sürdü) Hindistan’dan koparmıştır.

Buradaki amaç ise Hindistan’daki Müslüman nüfusu parçalayarak Hindistan’ın Müslümanlar tarafından yönetilmesini engellemek diğer bir de-yişle dünya üzerinde en büyük nüfusa sahip olması muhtemel bir ‘Müslüman Hint Devleti’nin önüne geçmek olmuştur.

Hindistan yarımadası 1948 yılına gelene kadar, tarih boyunca hiçbir zaman Hindular tarafından yönetilmemiştir. Ya Müslümanlar (Moğol, Ba-bürşah, Gazneliler) ya da Portekiz, Fransız ve İngilizler tarafından yönetilmiştir. İngiltere Hindistan yarımadasından ayrılırken bölgedeki Müslüman topluluğu Hindistan, Pakistan ve Bangladeş gibi üç devasa parçaya ayırarak bir yandan bölgesel istikrarsızlığı derinleştirmiş diğer yandan da kurduğu İngiliz Milletler Cemiyeti ile bölge üzerindeki nüfuz ve sömürüsünü devam ettirmiştir. Bugün Pakistan’da yaşayan Müslüman nüfus 180 milyon, Bangladeş’te 160 milyon iken Hindistan’da yaşayan Müslüman sayısı 250 milyon civarındadır. Müslümanların bu şekilde devasa parçalara ayrılma-sı ile Hindistan’da kurulması muhtemel büyük bir İslam devletinin önüne geçilmiştir.

İngiltere böl-yönet-sömür stratejisinin bir diğer ayağı olarak bölgede Keşmir gibi anlaşmazlık coğrafyası da yaratarak bölgeyi kalıcı olarak istik-rarsızlaştırmış ve kendine bağımlı hale getirmiştir. Bu anlamda Keşmir, Filistin gibi İngiltere tarafından 1948 yılında üretilmiş bir istikrarsızlaştırma coğrafyasıdır. Hindistan ile Pakistan’ı çatıştırıp zayıflatan sömürgeciler tarafından üretilmiş Keşmir, Asya’nın Filistin’idir.

 Batı’daki bütünleşme

Son 100 yıldan bu yana İslam coğrafyalarında katı ve acımasız bir bölünme ve parçalanma süreci yaşanırken Batı alemi tüm farklılık ve düş-manlıklarını bir kenara bırakıp ekonomik, siyasi ve coğrafi anlamda bütünleşti ve Avrupa Birliği gibi güçlü birlikler oluşturdu. 2016 yılında milletve-kili arkadaşlarımızla birlikte kimi temaslarda bulunmak üzere Brüksel’e bir ziyarette bulunduk. Avrupa Parlamentosu AECR Grubu Başkanı ve İngi-liz Milletvekili Daniel Hannan ile görüşmemiz esnasında Hannan sinsi bir ifade ile ıkına sıkına “Güneydoğu’da Kürtler özerklik istiyor” şeklinde bir cümle kurmaya çalışınca araya girerek “Böyle bir konu bizim açımızdan tartışılabilir ya da müzakere edilebilir değildir. Eğer bugün Ortadoğu’da savaş, kaos, terör ve istikrarsızlık varsa bu 100 yıl önce cetvellerle çizmiş olduğunuz suni Sykes-Picot sınırlarının bir sonucudur. Siz bu sınırları çizince-ye kadar bütün bir Ortadoğu’da tüm farklılıklar Yahudi, Müslüman, Hıristiyan, Şii, Sünni, Kürt, Türk, Arap tam 400 yıl barış ve güven içinde yaşadı. Değil birbirlerini öldürmek birbirlerine taş dahi atmadılar. Ne zaman ki bu suni sınırlar ortaya çıktı o günden bu güne Ortadoğu kaos ve çatışmalarla savruluyor. Bugün eğer Avrupa mülteci ve terör kabusu ile karşı karşıya ise bu 100 yıl önce Ortadoğu’da çizilmiş suni sınırların sonucudur. Eğer ger-çekten Ortadoğu’da barış ve huzurun tesisini istiyorsanız, çatışma, terör ve mülteci akınlarını sona erdirmek istiyorsanız gelin bu suni sınırları kaldıra-lım. Göreceksiniz ki bu coğrafyaya barış ve istikrar yeniden hakim olacaktır. Anlamakta zorlandığım şeylerden biri de bu sınırlar madem bu kadar faydalı siz Avrupa’da tüm etnik, mezhepsel, siyasi ve coğrafi sınırlarınızı kaldırarak neden AB gibi muhteşem bir birlik ve barış projesini hayata geçirdiniz? Yok eğer sınırlar kötü ise neden bizim coğrafyalarımıza ilişkin yeni sınırlar peşindesiniz?” Şeklinde bir yanıt verdim. Bunun üzerine Han-nan konuyu değiştirmek durumunda kaldı.

Kuzey Irak’ta kurulması planlanan suni Kürt devleti ile bölgeyi istikrarsızlaştıracak İsrail benzeri ikinci bir tampon ülke hedeflenmektedir.

Eğer Türkiye güney sınırlarında türetilmekte olan Ortadoğu’nun yeni tampon ve fitne ülkesine müdahale edecekse bu müdahaleyi planlarken tek başına kalacağı ve karşısına herkesi alacağı senaryosu ile planlamak zorunda. Çünkü ne bölgede ne de küresel ölçekte güvenebileceğimiz tek bir mekanizma yok.

Peki Türkiye tek başına böyle bir müdahaleyi gerçekleştirebilir mi? Evet gerçekleştirebilir. Unutmayalım ki Kıbrıs barış harekatını da Türkiye bü-tün bir Batı’yı karşısına alarak tek başına yaptı. Ve Türkiye o gün bu günkü kadar muktedir bir ülke de değildi.

Kısacası hayatta kalmak için sömürmekten başka çaresi olmayan Batı’nın hedef coğrafyaları bölmeden kurduğu sömürü sistemini yaşatması mümkün değildir. Ancak bu coğrafya da onlar bölmenin biz birleştirmenin, onlar kaba kuvvetin biz merhametin, onlar sömürmenin biz paylaşmanın temsilcisi olarak mücadeleye devam edeceğiz.

İslam coğrafyasının bu acımasız sömürüden kurtuluşu yeni sınırlardan değil, var olan sınırları ortadan kaldırmaktan geçer…

İlgili İçerikler

Son Yazılar