Türkiye’nin Suriye’de Diplomasi Savaşı

Paylaş

Ortadoğu aslına rücu ederek yeniden doğuyor… Ve gerçekleşen her doğum gibi yanı başımızda sancılarla, acıyla, çığlık çığlığa bir doğuma tanıklık ediyoruz. Ortadoğu’nun önümüzdeki yüz yılına hayat verecek bu doğumun sancısı şimdi Suriye’de düğümlenmiş durumda. Gecenin kuytu saatlerinde Batılılarca çizilmiş suni sınırların birkaç metre gerisinden ışıkları can çekişen Suriye köylerini gördükçe, içimde adeta bir mahşer kaynıyor, gözlerim buğulanıyor. Suriye’yi örten gecenin derinliklerinden acılar, figanlar üstüme üstüme sökün ediyor. Kim bilir hangi Suriyeli çocuk, anasının çaresiz kucağında zalim bir hükümdarın gazabına kurban gidiyor. An be an daha da donuklaşarak kayıp giden bakışlar beliriyor gözlerimin önünde. Rabbim ne büyük çaresizlik! Ve ne büyük imtihan! İlaç yok, hastane yok, ambulans yok, uzanan bir yardım eli yok. Acıları, çaresizlikleri ve bir de Rableri. Ey Erhamerrahimin! ey merhametlilerin en merhametlisi! yeryüzünün her neresinde olursa olsun tüm mazlumları merhametine emanet ediyorum. İçimde ılık bir huzur.

Suriye, duygusal anlamda yüreklerimizi ve tüm hücrelerimizi işgal edip hüzne boğarken, siyasi anlamda da Türkiye’nin gündemini son derece yoğun bir şekilde işgal ediyor. Başbakan Erdoğan her nerede ve hangi konuda konuşursa konuşsun Suriye, konuşma metninin özel bir paragrafını oluşturuyor. Suriye, bir iç meselemiz haline gelmiş ve hatta Türkiye’nin geleceği açısından hayati önem arzeden bir önem kazanmış durumda. Türkiye ile Suriye arasında her geçen gün artarak devam eden krizler ve gelişmeler, iki ülke arasındaki sınırı sorunlar bağlamında ortadan kaldırarak nerdeyse her iki ülkeyi iç içe geçirmiş durumda. Suriye’nin kendi içinde attığı en küçük adım dahi Türkiye’de yankı buluyor ve oluşturduğu dalgalar Türkiye’nin vicdan, merhamet, adalet ve insanlık sahillerine vuruyor. 900 kilometrelik sınır, savaşın zor koştuğu insani geçişler nedeniyle fiilen ortadan kalkmış durumda. Öyle ki, iç savaşın buharlaştırdığı sınırlardan insanlar gibi top mermileri de karşılıklı olarak giriş ve çıkış yapıyor.

Suriye: “Bone of Contention”

Suriye’de her geçen gün daha da zayıflayan Baas rejiminin düşmesi geciktikçe, bölgedeki psikolojik gerilim de tırmanıyor. Artan psikolojik gerilim ise bölgesel bir savaşı tetikleme riskini de beraberinde getiriyor. Suriye’deki iç savaş sadece Suriye meselesi olmaktan çıkarak hem bölge hem de uluslararası güçler için diplomatik dildeki tanımıyla “Bone of Contention”  haline gelmiş durumda. Bone of Contention Suriye krizinin bugün geldiği noktayı son derece net bir şekilde tarif eden bir tanım. Şu anki haliyle Suriye meselesinin büründüğü şekli Türkçe’de “çıkar kavgasına dönüşmüş anlaşmazlık konusu” şeklinde tanımlasak da Suriye krizini tarif eden Bone of Contention terimini; köpekler arasında paylaşılamayıp dalaşa sebebiyet veren kemik şeklinde de tercüme edebiliriz.

İran için Suriye son derece hayati bir ülke. İran bir yandan İsrail ve Ortadoğu üzerinde adeta kamçı gibi kullandığı Irak, Suriye ve Lübnan’daki Şii varlığını kaybetmek ve elindeki bu kamçıyı düşürmek istemezken diğer yandan da Ortadoğu’daki hegemonyasını Sünni ve özgürlükçü bir Türkiye’ye kaptırmak istemiyor. Suriye’nin düşmesiyle birlikte epidemik etkisi olan Arap baharının karşı konulması güç etkileriyle yüzleşme riski de Suriye’yi İran’ın güvenliği ve bütünlüğü için adeta bir tampon bölge konumuna sokmuş durumda.
Rusya açısından Suriye, hem kadim bir sosyalist müttefik olması, hem Akdeniz üssüne ev sahipliği yapıyor olması, hem de büyük ölçekte silah sattığı bir ülke olması hasebiyle asla kaybedilmemesi gereken stratejik bir müttefik.

Çin için de rejim ortağı olan Suriye, Avrupa sınırlarına dayanmış stratejik bir üs önemine sahip asla feda edilmemesi gereken bir ülke.
Suriye bu haliyle Rusya, Çin, İran ile Türkiye arasında tam anlamıyla bir Bone of Contention hüviyetine bürünmüş durumda. Bugün Türkiye, konvansiyonel bir savaşın ötesinde Suriye’de İran, Rusya ve Çin’e karşı son derece güçlü bir psikolojik harp veriyor. Ve bu savaşı Türkiye maalesef ki Batının iki yüzlü Suriye politikaları karşısında yalnız başına yürütüyor. ABD ve NATO sırf Türkiye’nin menfaatleri için Ortadoğu’da çok boyutlu bir gerilimin parçası ve tarafı olmak arzusunda görünmüyor. Gerek ABD ve NATO, gerekse BM ve AB’nin Suriye tutumu Türkiye’nin beklentilerinin son derece gerisinde kalmıştır. Bu tutumun iki önemli nedeni var:

Batının Ortadoğu Hegemonyası Türkiye Tehdidi Altında

Bunlardan ilki Irak ve Afganistan yorgunu olan ABD ile tarihinin en önemli finansal kriziyle boğuşan AB için Suriye’ye yapılacak müdahalenin ekonomik olmaması. Bu nokta aynı zamanda ABD ve AB’nin demokrasi konusunda ne denli iki yüzlü olduklarının da somut bir göstergesidir. Enerji kaynaklarına sahip Irak ve Afganistan gibi Suriye’ye oranla çok daha zor olan ülkelere BM taşeronluğunda demokrasi ve insan haklarını gerekçe göstererek anında savaş açabilen Batı, enerji yoksunu Suriye’de katledilen 30 bin Müslüman sivile seyirci kalabiliyor.

Batının Suriye konusundaki suskunluğunun ikinci ve belki de en önemli nedeni ise Türkiye’nin AK Parti iktidarı ile birlikte ekonomik siyasi ve uluslararası ilişkiler bağlamında had ve hududunu aşmış olmasıdır. Türkiye Osmanlı sonrası Batılılar tarafından çizilmiş kırmızı tehdit çizgilerini fazlasıyla aştı. Türkiye bu yönüyle en önemli sömürü coğrafyaları olan Ortadoğu’da Batılıların hegemonyasını tehdit eder hale geldi. Recep Tayyip Erdoğan tek başına Trablusgarp meydanında Sarkozi ve Cameron’un birlikte zoraki topladıkları kalabalıktan birkaç kat daha büyük, gönüllü bir kalabalığa hitap edebiliyorsa, İsrail gibi “baş edilemez” sanılan bir güce meydan okuyabiliyorsa, Ortadoğu’nun özgürleşen ülkelerinde Adalet ve Kalkınma Partileri kuruluyor ve Türkiye model alınıyorsa ve dönüşüm geçiren Ortadoğu ülkelerinin anayasası Türkiye’de yazılıyorsa Batının kırmızı alarm çizgileri çoktan ihlal edilmiş demektir.
Böyle olunca Batı, tabiri caizse Türkiye’nin Suriye’de burnunun yere sürtülmesini, son 10 yılda elde ettiği ekonomik, siyasi, diplomatik tüm kazanımları kaybederek kendileri için risk ve tehdit oluşturan kırmızı çizginin gerisine çekilmesini istiyor. Ortadoğu başta olmak üzere Orta Asya, Afrika ve Asya içlerinde nüfuz coğrafyasını genişletmiş, birçok Müslüman ülkenin umudu haline gelmiş bir Türkiye’nin bu coğrafyalarda hakim güç haline gelmesi, Batı Medeniyeti için bir kabustur. İngiltere, Fransa ve Almanya başta olmak üzere Batı Kulübü Ortadoğu’da dengeleri lehine çevirerek nüfuz sahibi olacak Türkiye’nin kendileri için çok ciddi bir ekonomik ve siyasi tehdit oluşturduğunu düşünüyorlar. Bu anlamda Batılılar Suriye krizini Türkiye’ye haddini bildirecek bir fırsat olarak görüyor ve Suriye’de rejim direndiği ve düşmediği sürece Türkiye’nin zarar görüp itibar kaybedeceğini düşünüyorlar.

Sınırdaki Kıvılcımlar Savaşı Ateşler mi?

Türk Hava Kuvvetlerine ait Phantom F4 keşif uçağının düşürülmesinin ardından son dönemlerde sınırdaki yerleşim bölgelerimize düşen Suriye top mermileri, bir yandan can kayıplarına sebebiyet verirken diğer yandan da Türkiye’nin egemenliğini tehdit ediyor. Türkiye, topraklarına isabet eden bu mermilere misliyle karşılık veriyor. Askeri kaynaklara göre bugüne kadar Türkiye’ye düşen top ve havan sayısı 27. TSK’nın Suriye askeri noktalarına yaptığı atış sayısı ise 87’yi bulmuş durumda. TSK’nın misillemeleri sonucunda Suriye tarafında 5 tank, 3 zırhlı araç, 1 top, 1 mühimmat kamyonu, 2 uçaksavarın tahrip edildiği ve 12 Suriye askerinin hayatını kaybettiği ifade ediliyor. Artan gerilim bununla da sınırlı kalmadı. Türkiye Büyük Millet Meclisi Suriye’de askeri güç kullanımı için hükümete yetki verdi.  Moskova-Şam seferini yapan bir Suriye yolcu uçağı güç kullanılarak Ankara’ya indirildi ve arandı.

Tüm bu gelişmelere bakıldığında Türkiye’nin Suriye’de yürüttüğü psikolojik harbin yanı sıra küçük çaplı fiili bir savaşın da yaşandığı söylenebilir. Ancak ne olursa olsun Suriye, misillemede bulunan Türkiye’ye karşı kapsamlı bir saldırı başlatarak, intihara yeltenmediği sürece Türkiye asla konvansiyonel bir savaşı tercih etmeyecektir. Türkiye, AK Parti iktidarında zor şartlarda elde edilen ekonomik, demokratik, siyasi ve diplomatik kazanımları böyle bir savaşla kaybetmek ya da zayıflatmak istemeyecektir.
Ancak her şeye rağmen Suriye ile kaçınılmaz bir savaşı planlamak zorunda kalır isek bu savaşı ilk mermiden son mermiye, baştan sona ABD, NATO ve Batıyı yok sayarak tek başımıza vereceğimiz bir savaş olarak planlamak zorundayız. Böyle bir savaş asla Batının savaşı olmayacak ve Türkiye’nin kendi kaderine terkedildiği bir savaş olacaktır. Hesabımızı kışa göre yapıp yaz çıkarsa bahtımıza demeliyiz.

Askeri Savaştan Çok Daha Zor, Diplomatik Bir Savaş

Şurası bir gerçek. Suriye krizi Türkiye diplomasisi için Kıbrıs krizinden sonra en büyük deneyimi oluşturuyor. Alacağımız çok ders ve elde edeceğimiz kazanımlar var. Türkiye Suriye krizinde konvansiyonel bir savaştan çok daha zor bir diplomatik savaş veriyor. Şayet Suriye’de Baas rejimi devrilecek olursa ki, er ya da geç devrilmesi kuvvetle muhtemel, Türkiye sadece Suriye’ye değil İran, Rusya ve Çin’e karşı çok büyük bir diplomasi zaferi kazanmış olacaktır. Bu açıdan bakıldığında Suriye’deki Baas rejiminin devrilmesi Türkiye ve Ortadoğu politikalarımız açısından hayati bir önem arzediyor. Baas rejimi devrilmeyip de kendini yenileyerek Suriye’de iktidarını sürdürecek olursa Türkiye’nin Ortadoğu’da nüfuz sahibi olması güçleşecek ve Suriye Ortadoğu’ya açılma sürecinde Türkiye’nin önünde doğal bir bariyer oluşturacaktır. Türkiye’nin yeniden şekillenen Ortadoğu’nun önümüzdeki 100 yıllık sürecindeki varlığı Suriye’deki Baas rejimin devrilmesiyle direkt ilintilidir.

Ortadoğu’nun içinden geçtiği bu yenilenme sürecinde Türkiye’nin yeni sınırlar oluşturulması yönündeki adımları çok iyi izlemesi ve bu yönde karşı bir strateji geliştirmesi zorunlu gibi görünüyor. Ortadoğu’yu daha da parçalayarak küçültecek, İsrail’i güçlendirip emperyalist güçler için yeni bir sömürü alanı ve dönemi başlatacak bu adımlara karşı politikalar geliştirmemiz gerekiyor. Batı’nın bölgeyi sömürülebilir ölçülerde tutmak ve Türkiye’nin kendileri açısından tehdit oluşturan büyümesine set çekmek adına bölgede bir Kürt devleti oluşumunu körüklemesi Türkiye’nin hazırlıklı olması gereken ciddi adımlardan biri.

Çok zor bir coğrafyadayız. Doğu ile Batı, Kuzey ile Güney’in buluştuğu çok önemli bir geçiş noktasında olmanın getirdiği güçlüklere karşı her an teyakkuz halinde olmak durumundayız.

BM Sebebi Vücudunu Kaybetmiştir

Filistin, Bosna, Ruanda, Keşmir, Irak ve Afganistan’dan sonra Suriye krizi de bir kez daha göstermiştir ki BM, varlık sebebi olan yeryüzünde savaşları önleme misyonunu yerine getirememektedir. Diplomasi tarihi BM’nin önlemeyi başardığı bir savaşı tarihe asla not düşemedi. Bilakis savaşları önlemek yerine BM, Irak ve Afganistan gibi açılan haksız savaşlara referans olmuştur. Suriye’de yaşam süren Hıristiyanlar üzerinde benzer bir katliam yürütülmüş olsaydı BM ve Batı alemi bu şekilde sessiz kalabilir miydi bilmiyorum. Ancak bildiğim bir şey varsa İslam coğrafyasının kendi içerisinde savaşları ve hukuksuzlukları önleme cihetinde bir mekanizma geliştirmesi zorunluluğudur. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Ortadoğu’yu daha da özgürleştirecek Arap Baharı sonrası bu yönde yeniden yapılandırılması da elzem görünüyor.

Ali ŞAHİN GASAM Başkanı

İlgili İçerikler

Son Yazılar