Hindistan-Pakistan Gerilimi: Yeni Bir Krizin Eşiği mi?

Paylaş

✍ Gökhan Umut-Araştırmacı 

Güney Asya’da tarihsel rekabet ve gerilim üzerine inşa edilen Pakistan-Hindistan ilişkileri, bugün yeni bir krizin eşiğinde… 22 Nisan 2025’te, Hindistan idaresindeki Cammu ve Keşmir bölgesinde Pahalgam yakınlarındaki Baisaran Vadisi’nde düzenlenen ve 26 kişinin hayatını kaybettiği terör saldırısı dikkatleri yine bu bölgeye çevirdi. Saldırının, 2008 yılında Hindistan’ın Mumbai şehrinde gerçekleştirilen terör saldırısından bu yana en ölümcül sivil saldırı olması, Hindistan kamuoyunun derinden etkilenmesine ve bölgede sürekli çatışmalara sebep olan argümanların (Keşmir meselesi, terörün desteklenmesi, nükleer restleşme gibi) tekrar büyük bir kitle tarafından tartışılmasına sebep oldu. Söz konusu saldırının, 2019 yılında ortaya çıkan ve Hindistan’ın Keşmir bölgesindeki iddialarını ve politikalarını eleştiren Direniş Cephesi’nin (The Resistance Front (TRF)) üstlendiği iddiası ise konunun yeniden “Pakistan-Hindistan” ekseninde tartışılmasına yol açıyor. Bu anlamda, Hindistan, saldırının arkasında Pakistan’ın olduğunu iddia ederek, Pakistan’ı yine/yeniden sınır ötesi terörizmi desteklemekle suçladı. Pakistan ise bu suçlamaları reddederek saldırının uluslararası bir soruşturmayla aydınlatılmasını gündeme getirdi.​

Hindistan’ın saldırıya tepkisi diplomatik, ekonomik/ticari ve uluslararası platformlarda girişimler olarak çok boyutlu oldu. Bu bağlamda, 1960 yılında Dünya Bankası’nın garantörlüğünde iki ülke arasında imzalanan İndus Suları Anlaşmasını (Indus Waters Treaty) askıya aldığını duyurarak Pakistan vatandaşlarına verilen vizeleri iptal etti. Ticari olarak zaten sınırlı olan Hindistan-Pakistan ticareti tamamen durdurarak Pakistan’dan gelen tüm ürünlerin ithalatını yasakladı.

Pakistan ise, Hindistan’ın terör destekçisi suçlamalarını kesin bir dille reddederek olayın objektif bir şekilde aydınlatılması için uluslararası bağımsız bir soruşturma çağrısında bulundu. Bunun için de uluslararası kurumları sürece dahil olmaya davet etti. Hindistan’ın ticari yaptırımlarına karşı sembolik bazı ekonomik misillemeler yaptı. Ayrıca, Pakistan, 1972 yılında imzalanan, Bangladeş’in bağımsızlığına neden olan ve Hindistan ile Pakistan arasındaki ilişkinin son dönemdeki çerçevesini belirleyen Simla Anlaşması da dahil olmak üzere tüm ikili anlaşmaları askıya alma hakkını kullanacağını duyurdu.

Yaşanan bu gelişmelere ve iki ülkenin reaksiyonlarına bakıldığında, krizin ve krize verilen tepkilerin tarihsel devamlılık çerçevesinde ilerlediğini ifade etmek çok yanlış olmayacaktır. Gerilimin ana merkezinin Keşmir olması sebebiyle gösterilen tepkiler, Pakistan ve Hindistan’ın ayrılmasından (partition) bu yana verilen tepkilerle benzerlik göstermektedir. Bu bakımdan, Pakistan kuruluşundan bu yana, Keşmir’in kaderinin Keşmir halkı tarafından belirlenmesi gerektiğini savunarak konunun uluslararası bir mesele olduğu vurgusunu yapmaya devam etmektedir. Buna mukabil, Hindistan ise Keşmir konusunun kendi iç meselesi olduğunu, bölgesel olarak da Pakistan-Hindistan arasındaki ikili bir mesele olduğunu vurgulayarak bölgeye yönelik her tartışmayı kendi iç güvenlik meselesi olarak yansıtmaya devam etmektedir. Yine, Keşmir bölgesindeki her çatışmanın altında Pakistan’ı sorumlu tutarak, uluslararası kamuoyuna terörü destekleyen ülke olarak yansıtma stratejisini sürdürmektedir. Bu bakımdan, söz konusu güncel tartışmalarda kullanılan argümanların tarihi bir bağlamının olduğu dikkat çekmektedir. Bunun yanında, son terör saldırısı sonrası iki ülkenin de ikili ilişkiler ve bölgesel güvenlik açısından hayati olan İndus Suları Anlaşması (1960) ve Simla Anlaşması’nı (1972) fiilen askıya almaları mevcut durumu diğerlerinden ayıran bir husus olarak dikkat çekmektedir. Bu anlaşmaların askıya alınması, bölgede su kaynaklarının kullanımı, Hindistan-Pakistan sınırındaki Kontrol Hattı’nın (Line of Control) durumu ve Keşmir konusuna yeniden uluslararası boyut kazandırılması gibi mevcut kabullerin de yeniden tartışmaya açılmasına yol açabilmesi ihtimali bakımından önemli görülmektedir.

Krizin Sebebi ve Merkezi: Keşmir

1947 yılında Pakistan ve Hindistan’ın ayrılmasıyla (Partition) birlikte iki ülke arasındaki ilişkilerin temel dinamiklerinin değişmediğini söylemek mümkündür: iki ulusun kimliksel farklılığı söylemi ve Keşmir meselesi. Pakistan’ın bağımsızlığının temel yapı taşlarından olan İki Ulus Teorisi (Two-Nation Theory), iki ülke halkının farklı kimliklere sahip olduğunu belirterek Pakistan’ın bağımsızlığına giden yolda yapı taşı teşkil etmişti. Nitekim, Pakistan Güvenlik Komitesi’nin son yaşanan terör saldırısı sonrası yaptığı açıklamada “İki Ulus Teorisi”nin haklı çıktığını ifade etmesi bugün hala bu argümanın Pakistan açısından önemini göstermektedir. Keşmir konusu ise her ülke tarafından sadece milli bir konu olarak değil, varoluşsal bir zorunluluk olarak değerlendirilmektedir. Bu sebeple, Hindistan ve Pakistan arasında 1947, 1965, 1971 ve 1999 yıllarında olmak üzere birçok kez aktif savaş yaşandı. Ancak bu tarihsel sorun, özellikle 2000’li yıllardan itibaren “terörü destekleme/terörizmle mücadele” kavramları etrafında yeniden şekillendi. Bu bağlamda, Hindistan, Keşmir’deki silahlı direniş ve radikal grupların faaliyetlerini doğrudan Pakistan’ın desteklediğini savunarak Pakistan’ı uluslararası arenada terörü destekleyen bir ülke konumunda göstermek istemektedir. Özellikle Hindistan’da gerçekleşen 2001 Parlamento saldırısı, 2008 Mumbai saldırıları ve son olarak 2019 Pulwama saldırısı, Hindistan’ın bu söylemini sertleştirdiği dönüm noktaları olmuştur. Pakistan ise bu suçlamaları reddederek, Keşmir halkının kendi kaderini tayin hakkını savunduğunu belirtmektedir.

Bunlarla beraber, güncel durumda, Hindistan’ın Keşmir bölgesine yönelik attığı tek taraflı adımların da gerilimi tırmandırdığı ve durumu daha karmaşık hale getirdiğini söylemek mümkündür.

Hindistan’ın 2019 yılında kendi idaresi altındaki Cammu ve Keşmir bölgesine özel statü sağlayan Anayasa’nın 370. Maddesini kaldırması ve bölgenin nüfus dengesinin değişimine yönelik attığı adımlar, konuyu daha karmaşık hale getirmektedir. Bu madde, Hindistan idaresindeki Cammu ve Keşmir’in kendi yasalarını yapması ve bölge dışındakilerin buralarda mülk edinmesi gibi konularda sınırlamalar getirmesi bir koruma kalkanı olarak görülmekteydi. Bu yasanın kaldırılmasıyla Hindistan, Keşmir konusunun kendi iç meselesi olduğunu ve konunun uluslararası bir boyutunun olmadığını tekrar vurgulamış oldu. Buna mukabil, bölgede, özellikle Müslüman halkın ve siyasetçilerin yasanın gevşetilmesi ile ilgili birtakım talepleri olduğu da bilinmektedir. Bu bakımdan, son terör saldırısıyla birlikte, bölgedeki gerilimin ana unsuru olan yasal hakların tanınması ve güvenlik eksenli tartışmalar yeni bir boyut kazanacaktır.

Diplomatik Köprüler Askıda: İndus Suları Anlaşması ve Simla Anlaşması

 Güney Asya’da iki önemli nükleer gücün Keşmir üzerinden tekrar bir gerilim yaşaması dikkatleri tekrar bir savaş olur mu noktasına çekti. Bunun yanında, iki ülkenin aldığı iki karar bölgede bıçak sırtı da olsa var olan dengenin yeniden sorgulanmasına sebep olabilecek türden.

Hindistan, son olayları gerekçe göstererek 1960 yılında Dünya Bankası garantörlüğünde imzalanan İndus Suları Anlaşmasını (Indus Waters Treaty) tek taraflı olarak askıya aldığını duyurdu.

Bu anlaşma, İndus Nehri ve kollarının kullanımını düzenleyerek iki ülke arasında su kaynakları üzerinden çıkabilecek olası çatışmaları önlemeyi hedeflemiştir. Buna göre, Batı Nehirleri (İndus, Jhelum ve Chenab) üzerinde tasarruf hakkı büyük ölçüde Pakistan’a verilmiş; Doğu Nehirleri (Ravi, Beas ve Sutlej) ise Hindistan’ın kullanımına bırakılmıştır. Anlaşmanın Pakistan için çok hayati olduğu bilinmektedir. Pakistan, dünyanın en çok suya bağımlı ülkelerinden biridir ve tarım ekonomisi büyük ölçüde İndus Nehri havzasına dayanmaktadır. Ülkenin su kaynaklarının yaklaşık %80’i Batı Nehirleri’nden sağlanmaktadır. Bu nedenle bu anlaşma, Pakistan’ın gıda güvenliği, içme suyu temini ve enerji üretimi açısından yaşamsal bir öneme sahiptir.  Anlaşma, Hindistan’ın yukarı havzada yer alması nedeniyle suyu stratejik bir baskı aracı olarak kullanmasını engelleyen hukuki bir zemin sunuyordu. Bu çerçevede anlaşma, Pakistan için sadece bir su paylaşım anlaşması değil, aynı zamanda ulusal güvenlik garantisi olarak görülüyordu. Bu sebeple, anlaşmanın askıya alınması Pakistan için hem ekonomik hem diplomatik hem de uluslararası zeminde ciddi bir zemin kaybetmesi anlamına gelebilir. Nitekim, Pakistan Ulusal Güvenlik Komitesinin yaptığı açıklamada Su Anlaşmasının askıya alınmasının savaş nedeni olarak sayılabileceği açıklaması konunun Pakistan için ne kadar kritik olduğunu göstermektedir.

Pakistan ise, buna mukabil, 1972 yılında iki ülke arasında imzalanan Simla Anlaşması’nı askı alma hakkını kullanacağını belirtti. Simla Anlaşması’nın en önemli maddesi, başta Keşmir olmak üzere, Pakistan ve Hindistan’ın tüm sorunlarını yalnızca barışçıl yollarla ve ikili müzakerelerle çözmeyi taahhüt etmesiydi. Bu prensip, üçüncü tarafların müdahalesini sınırlamış, tarafların doğrudan diyalog kurmasını zorunlu kılmıştır. Bu yönüyle Simla Anlaşması, Hindistan’ın uzun süredir savunduğu “Keşmir bizim iç meselemizdir” tezini güçlendirirken, Pakistan için de masada kalabilmenin ve askeri gerilimi kontrol altında tutmanın yolu olmuştur. Anlaşmanın askıya alınması, Keşmir özelinde diyaloğun kapanması ve konunun daha uluslararası boyuta taşınmasına sebep olabilir.

Anlaşmanın bir diğer kritik hususu da hiç şüphesiz Keşmir Bölgesindeki fiili sınırın tanımlanması ile ilgili olanıdır. Simla Anlaşması, Pakistan ve Hindistan arasında, Keşmir bölgesindeki fiili sınırı, yani Kontrol Hattı’nı (Line of Control) resmi olarak tanımlamıştır. Taraflar, bu hattın ihlal edilmemesi ve sınırdaki askeri hareketliliğin sınırlı tutulması konusunda mutabık kalmıştır. Söz konusu, Kontrol Hattı yıllar boyunca pek çok kez ihlal edilse de iki ülke arasındaki en kritik askeri ve diplomatik sınır olarak kabul edilmiştir. Bu anlaşmanın durdurulması, Keşmir’de bitmeyen sınır tartışmalarına yeni bir boyut kazandırabilir.

Sonuç

Pakistan-Hindistan gerilimi, tarihten günümüze süreklilik gösteren yapısal sorunlar ve kimlik temelli ayrışmalarla şekillenmeye devam ediyor. 22 Nisan 2025’teki terör saldırısı sonrası yaşanan gelişmeler, iki ülke arasındaki kronik kriz dinamiklerinin yeniden tetiklendiğini gösteriyor. Ancak bu kez, İndus Suları Anlaşması ve Simla Anlaşması gibi bölgesel dengeyi sağlayan kritik diplomatik köprülerin fiilen askıya alınması, krizin boyutunu daha önceki gerilimlerden farklı bir noktaya taşıyor.

Tarafların karşılıklı hamleleri, sadece güvenlik ve diplomasi alanında değil, aynı zamanda su kaynakları yönetimi, ekonomik ilişkiler ve uluslararası hukuk bağlamında da ciddi sonuçlar doğurabilecek potansiyele sahip. Özellikle suyun stratejik bir silah haline gelme riski ve Keşmir’deki fiili sınırın hukuki dayanağının ortadan kalkması, bölgesel istikrarsızlığı derinleştirebilir.

Gerek Hindistan’ın iç güvenlik vurgusu gerekse Pakistan’ın uluslararasılaşma stratejisi, tarafların uzun süredir benimsediği pozisyonların bir yansımasıdır. Bu bağlamda, mevcut kriz, tarihsel söylemlerin ve politik reflekslerin güncellenmiş bir versiyonu olarak okunabilir. Ancak unutulmamalıdır ki, her iki ülkenin de nükleer güç olması, bu tür krizlerin sadece bölgesel değil, küresel güvenlik açısından da risk barındırdığı gerçeğini ortaya koymaktadır.

Önümüzdeki süreçte, tarafların mevcut restleşmeyi tırmandırmak yerine, uluslararası aktörlerin ve diplomatik kanalların devreye girmesiyle gerilimi kontrol altına alacak adımlar atması, bölge barışı açısından kritik önemdedir. Aksi takdirde, askıya alınan anlaşmaların oluşturduğu boşluk, sadece Pakistan ve Hindistan için değil, tüm Güney Asya için öngörülemez sonuçlar doğurabilecek yeni krizlerin zeminini hazırlayacaktır.

İlgili İçerikler

Son Yazılar