✍ Sayed Sulaiman Nabil
Söze İbrahim Kalın’ın Perde ve Mânâ risalesinde aktardığı Heritus’un “bilmeye cürret et” hikayesiyle başlamak isterim. Denilir ki bir gün adamın biri karşıdan karşıya geçmek için derenin kurumasını beklermiş. Bunu akılsızlık olarak gören Haritus ona: “bir işi başlayan henüz işin yarısındadır. Bilmeye cüret et, başla demiştir.
Bu kısa kıssadan hareketle, Afganistan halkına nazar ettiğimizde şunu açıkça gözlemleyebiliriz ki bugün halkımız, münevverlerimizin büyük bir kısmı ve öğrencilerimiz, Afganistan sorununu büyük ölçüde küresel güçlerin oyunları olarak algılamaktadırlar. Burada bir gerçeklik payı olduğu muhakkak, ancak tüm meseleyi sadece buna indirgemek, tabiri caizse, insanı yukarıda kıssası geçen akılsızın durumuna düşürecektir. Zira ona “akılsız” denilmesinin nedeni, nehrin kuruma ihtimalinin olmaması değil, o kişinin bu düşük ihtimali, harekete geçmemek için bir gerekçe olarak kullanması ya da bunun üzerine gerçek manada düşünememesidir.
Bizler de ne yazık ki ülkemizi ve hayatımızı değerlendirirken çoğu kez bizden bağımsız olan etkenleri tek müsebbib olarak görme hatasına düşüp buna binaen hareketsiz kalma akılsızlığına düşebiliyoruz. Oysa yapılması gereken kıssada söylendiği gibi nehrin kurumasını beklemek değil, nehrin su hızını, miktarını, derinliğini hesap etmektir. O nehri geçmeye çabalamaktır. Sadece bireysel olarak geçmenin ötesinde başkalarına da köprü olabilmektir. Tüm bunlar için ise evvela bilmeye cesaret etmektir. Bilmeye cesaret etmek basit bir fikir yürütmek değildir. Hele hele haz ve hıza ram olmuş bir aklın, hayâdan arınmış ve akılla bağını koparmış bir nazarın ortaya koyacağı bir şey hiç değildir.
Zira böyle bir akıl bilmeye cesaret edemez. Hikmetle düşünemez. Hikmetten hâlî bir akıl madde ve mânâyı bir bütün olarak anlayamaz. Eşyada esmâyı gören bir nazara sahip olamaz. Beşeriyetin ötesine geçip insaniyet değerlerini idrak edemez. İnsanı kurtuluşa erdiremez. Kısa vadede geçici çözümler üretse dahi uzun vadede çare üretemez. Kollektif salahı gerçekleşirecek bir fikir ortaya koyamaz. Benzer şekilde hikmetle bağı kopmuş olan âkilin gözleri de nazar etme, basir olma ve hikemî görme hasletlerini kaybeder. Sadece bakar. Eşyayı nın arkasındaki mânâyı müşahede edemez hale gelir. Eşyayı emanet olarak göremez. Aklı doğru bir şekilde yönlendiremez.
Ne yazık ki bir bütün olarak bakıldığında ülkemizdeki gidişat, bizim bu gidişata yönelik düşüncelerimiz, var olan gerçeklikleri ele alma biçimimiz ve gelecek tasavvurlarımız ne hikmetli bir aklın ürünü ne de hikemî ve ahlaki bir nazrın sonucudur.
Bu aşamada ise ister istemez şu soru gündeme gelir: Ne yapmalıyız?
Yapılması gereken evvela bilmeye cesaret etmektir. Bunu da hikmetli bir akletme ile ve hikemÎ bir nazarla yapabilmektir. Hikmet eksenli bir akıl demek, emaneti ve ahlakı esas alan bir muhayyileye sahip olmak demektir. “عسی ان تکرهوا شیأ و هو خیر لکم و عسی ان تحبوا شیأ و هو شر لکم / Olur ki, bir şeyi sevmezsiniz ama o sizin için hayırlıdır; olur ki, bir şeyi seversiniz ama o sizin için şerlidir” ilkesini esas almaktır; “إحبب حبیبک هونا ما عسی ان یکون بغیضک یوما ما و احبب حبیبک هونا” ما عسی ان یکون بغیضک یوما ما / Sevdiğini ölçülü sev; olur ki bir gün düşmanın olur. Kızdığın kişiye de ölçülü öfke duy; olur ki bir gün dostun olur.” hadisini serlevha olarak görmektir. Yani bugünü, dünü ve yarınları ele alırken tamamen iyi veya tamamen kötü bir olgunun var olamayacağını bilmek; sabit ve kalıcı dostluklar ve düşmanlıklar değil sabit ilkelerin olacağını ve olması gerektiğini idrak etmektir. Mutedil bir insan ve Vasat bir ümmet olmak demektir.
Hikmet eksenlik düşünmek, “تفقه، تذکر، تدبر، تامل، تفکر” ameliyelerini birlikte yapabilmektir. Geçmişi tezekkür etmek, tezekkür üzerine temmül etmek, bir mefküre inşa etmek, bu mefküre üzerinde derinleşmek (تفقه) ve bu çerçevede gelecek üzerine düşünmektir (تدبر). Daha somut bir ifade ile, “onlar çok güçlü bizim ülkeyi onlar zaten idare eder” diyerek şer eksenlerinin güçlü oluşunu anlatıp, tüm suçları da onların üstüne atmak suretilye mesuliyetlerden kaçmak, bilmeye cesaret etmek değildir. Bilmeye cesaret etmek “neden bizim kaderimizi onlar tayin ediyor? Neden biz buna karşı koyamıyoruz? Geçmişte onlar bizi toplumsal ve siyasal olarak dizayn etmeye nasıl başardı? Hangi zaaflarımızla buna sebebiyet verdik? Bu zaafların düşünsel ve eylemsel boyuttaki kaynakları neydi? Bugün ne haldeyiz? Dünkü hatalarımız bugün hangi vechelerle karşımıza çıkıyor? Biz bugünü nasıl anlamalıyız? Bireysel ve kollektif düzeydeki sorumluluklarımız nedir? Bu sorumlulukları hakkıyla yerine getirmemiz nasıl mümkün olur? Düşündüklerimiz ve yaptıklarımız yarınlara nasıl yansıyacaktır?” sorularını sorabilmektir.
Tüm bu soruları sorarken fıtratımızda saklı olan ve dinin bize hatırlatmaya geldiği değerlerden bir an olsun vazgeçmemektir. Kur’an’ın ve Sünnetin bizlere çizdiği yoldan sapmadan düşünmek/eylemektir. “رحمة للعالمین / Alemlere rahmet” olabilmektir. Böyle bir akıl ve nazara sahip olduğumuzda bize yapılan yanlışları kindarlık nokta-i nazarından bakıp intikam almaya değil, rahmet eksenli hareket ederek hata ve kötülük yapanların da bu rahmetten nasiptar olması için gayret ederiz. “کل یوم هو فی شأن/ O, her an yeni bir ilâhî tasarruftadır” hakikatini farkında olarak asla ümitsizliğe düşmeyiz. “ما لا یدرک کله لا یترک کله / Bir şeyin tamamı kavranamıyorsa, tamamı da terk edilmez.” gerçeğini idrak ederek hiç bir olay ve olguya karşı sert, tek yölü ve katı bir yaklaşımla yaklaşmayız. Şerrin içinde dahi hayrı bulan bir zihne sahip oluruz. Şerur olan insanın bile hayır noktasını yakalar o hayrı geliştirmeye başlarız. Böyle bir zihinle düşmanlık etmeden, kötülüğe düşmeden, intikam alma cihetine gidip haksızlıklara sebebiyet vermeden hem kendimizi hem başkalarını daha iyi bir yöne yönlendiririz. Böylece günün sonunda “onun kötülüğü bana da bulaştı” diyecek kadar kötü duruma düşmeden “o da iyi olabilirmiş” diyebilecek duruma gelebiliriz.
Böyle bir akılla harap etmeyiz, inşa ederiz. Yok, etmeyiz, imar ederiz. Düşmanlaştırmayız, uhuvvet ekseninde hep bir arada oluruz. İyi bir fert, güzel bir toplum ve istikamet üzere bir devlet oluruz…
Afganistan’da daha iyi geleceklerin umuduyla…