Hindistan–Pakistan Geriliminde Yeni Aşama ve Küresel Yansımalar

Paylaş

Operasyonlar, İHA savaşları, diplomatik girişimler ve su krizinin gölgesinde Güney Asya’da tırmanan çatışma dinamikleri

2025 yılı, Hindistan ve Pakistan arasında on yıllardır süregelen gerginliğin, nükleer çatışma ihtimalini yeniden gündeme taşıdığı bir döneme sahne oluyor. Son günlerde yaşanan karşılıklı operasyonlar, İHA saldırıları, diplomatik suçlamalar ve su anlaşmazlıkları, Güney Asya’nın kalbinde büyük bir güvenlik krizini tetikledi. Pakistan tarafından, 15 Hindistan kentinin vurulduğu iddiaları, Hindistan’ın “Sindoor Operasyonu” ile Pakistan’ı hedef alması, ve İndus Suları Anlaşması’nın askıya alınması gibi gelişmeler, bölgedeki istikrarsızlığı tehlikeli bir seviyeye taşıdı. Bu analiz, söz konusu kriz çerçevesinde askeri, siyasi ve diplomatik dinamikleri değerlendirmeyi amaçlıyor.

Operasyonlar ve İHA Savaşları: Yeni Nesil Çatışma Dinamikleri

Hindistan Savunma Bakanlığı, 8 Mayıs sabahı yaptığı açıklamada Pakistan’dan fırlatılan İHA ve füzelerin ülkenin kuzey ve batısındaki 15 askeri hedefi vurduğunu bildirdi. Jammu, Srinagar, Amritsar ve Bhuj gibi stratejik şehirlerin hedef alınması, bu saldırının sıradan sınır çatışmalarından çok daha büyük bir hazırlığın sonucu olduğunu düşündürdü. Her ne kadar Hindistan hava savunma sistemlerinin bazı tehditleri önlediği açıklansa da, kentlerde yaşanan panik ve altyapı hasarı, çatışmanın doğrudan sivil alanlara sıçradığını gösteriyor.

Pakistan ise bu saldırıların sorumluluğunu reddederek, Hindistan’ı “iç kamuoyuna dönük dramatizasyon” yapmakla suçladı. Ancak Hindistan aynı gün “Sindoor” kod adlı bir hava operasyonu başlatarak Pakistan ve Pakistan kontrolündeki Keşmir’de “terör altyapısını” vurduğunu açıkladı. İslamabad ise bu saldırılarda sivil yerleşimlerin ve camilerin hedef alındığını, en az 31 kişinin öldüğünü duyurdu. Karşılıklı suçlamalar, savaşın doğrudan cephe çatışmasıyla sınırlı kalmayacağını, aynı zamanda siber, bilgi ve insansız sistemler üzerinden yürütüleceğini ortaya koyuyor.

Pakistan ordusunun 25 Hindistan İHA’sını düşürdüğünü açıklaması, özellikle Harop tipi “gezici mühimmat”ların kullanıldığına dair bilgiler, savaşın teknolojik boyutunu ortaya koyuyor. Bu tür sistemler, yalnızca düşman radarlarını değil, hareketli hedefleri de vurabiliyor, bu da çatışmaların daha geniş bir coğrafyada sürmesine neden olabilir.

Bilgi Savaşı ve Algı Operasyonları: Gerçek ile Kurgunun Sınırı

Söz konusu kriz, yalnızca fiziki saldırılarla değil, aynı zamanda karşılıklı enformasyon savaşıyla da tırmanıyor. Hindistan, Pakistan’ı doğrudan terörist yapıların destekçisi olarak ilan ederken, Pakistan radar verileri ve istihbarat raporlarıyla Hindistan’ın saldırıyı sahnelediğini iddia ediyor. Bu bağlamda, savaşın en keskin cephelerinden biri de uluslararası kamuoyunun inandırılması sürecinde yaşanıyor.

Özellikle saldırılardan hemen sonra sosyal medya üzerinden yayılan videolar, görüntülerin otantikliği ve kim tarafından servis edildiği konusu, çatışmanın bir “bilgi savaşı” boyutuna evrildiğini gösteriyor. Her iki ülkenin ulusal ajansları ve dışişleri sözcüleri, saldırıların niteliği ve meşruiyeti üzerinden dünya kamuoyunu ikna etmeye çalışıyor.

Sivil Kayıplar ve İnsani Bedel: Krizin Sessiz Mağdurları

Yaşanan çatışmalar, bölge halkı için yalnızca siyasi bir gündem değil, aynı zamanda yaşamsal bir tehdit haline gelmiş durumda. Jammu’da sirenler, karartma uygulamaları ve iletişim altyapısının çökmesi, sivil halk arasında paniğe neden oldu. Hindistan’ın Kupwara ve Poonch bölgelerinde sivilin öldüğü, Pakistan’ın ise çeşitli kentlerde sivilin öldüğü ve  kişilerin yaralandığını açıkladığı bildirildi.

Bu tür çatışmalarda klasik olarak askerî hedeflerin ötesine geçildiğinde, en büyük bedeli sivil halk öder. Camilerin, tapınakların ve yerleşim alanlarının hedef alınması iddiaları, dinî gerilimlerin de tetiklenebileceği endişesini doğuruyor. Bölgedeki iç göç hareketliliği ise insani yardım kuruluşlarının önümüzdeki haftalarda daha fazla devreye girmesi gerektiğine işaret ediyor.

Diplomatik Cephede Olağandışı Temaslar: Körfez Yakınlaşması ve ABD Müdahalesi

Krizin ciddiyetini artıran en dikkat çekici gelişmelerden biri, Suudi Arabistan ile İran’ın eş zamanlı olarak Hindistan’a diplomatik ziyarette bulunması oldu. İran Dışişleri Bakanı Abbas Araghchi ve Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adel al-Jubeir’in Başbakan Modi ve Dışişleri Bakanı Jaishankar ile ayrı ayrı görüşmesi, Körfez ülkelerinin artık Güney Asya güvenliği konusunda daha aktif rol alabileceğini gösteriyor.

ABD ise Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif ile doğrudan temasa geçerek itidal çağrısında bulundu. Ayrıca iki ülkenin genelkurmay başkanlıkları arasında askeri acil iletişim hatlarının (DGMOs) açık olduğu ve kullanıldığı doğrulandı. Bu, krizin nükleer eşiğe sürüklenmesini önlemek için kritik bir güvenlik supabı niteliğinde.

Cenevre ve İstanbul’da sürdüğü bildirilen track-II diplomasi (emekli askerler, akademisyenler ve eski diplomatlar üzerinden yürütülen arka kanal görüşmeler), büyük aktörlerin krizi kontrol altına alma çabalarının bir yansıması olarak okunabilir.

Su Krizi ve İndus Suları Anlaşması: Yeni Bir Cephe mi Açılıyor

Hindistan’ın İndus Suları Anlaşması’nı askıya aldığı iddiaları, çatışmanın yalnızca silahlarla değil, doğal kaynaklar üzerinden de sürdürüldüğünü gösteriyor. Pakistan, Hindistan’ın 22 Nisan’daki Pahalgam saldırısını gerekçe göstererek baraj projelerini engellediğini ve suyu bir silah olarak kullanmaya çalıştığını iddia etti.

İklim değişikliğinin etkileriyle birlikte su, 21. yüzyılın yeni çatışma kaynağı haline gelmiş durumda. Hindistan’ın bu anlaşmayı askıya alması, sadece ikili ilişkileri değil, Güney Asya’nın gelecekteki su yönetimini de etkileyebilir. Pakistan’ın bu adımı “anlaşmayı parçalama hamlesi” olarak yorumlaması, çevresel ve stratejik gerginliğin iç içe geçtiği bir kriz doğuruyor.

Savaşın Eşiğinde, İtidalin Kıyısında

Bugün itibarıyla Pakistan henüz doğrudan askeri bir misilleme gerçekleştirmemiş olsa da, açıklamalar bunun sadece bir zaman meselesi olduğunu gösteriyor. Hindistan ise “saldırı olursa karşılığı gecikmez” uyarısıyla, savunma pozisyonundan hızla proaktif askeri duruşa geçtiğini ilan etmiş durumda.

Kısa vadede, sınır hattında yoğun çatışmalar devam edebilir. Ancak asıl mesele, bu krizden geriye ne kalacağı: derinleşmiş bir güven bunalımı mı, yoksa diplomatik bir fırsat penceresi mi? Bu noktada Türkiye gibi aktörlerin arabuluculuk teklifleriyle devreye girmesi, hem bölgesel hem de küresel ölçekte yeni diplomatik kanalların açılmasına zemin hazırlayabilir.

Bu kriz, sadece Hindistan ve Pakistan arasında değil, tüm küresel sistemde istikrarsızlık yaratabilecek kadar karmaşık ve tehlikelidir. Uluslararası toplumun refleksleri ve arka kanal diplomasi girişimleri, bu tür krizlerin barışçıl çözümünde hayati rol oynamaya devam edecek.

İlgili İçerikler

Son Yazılar