İran-İsrail Savaşı Sonrası, Afgan Göçmenlere Karşı Artan Baskılar

Paylaş

✍ Dr. Muharrem Bagir – Gazeteci

İran ile İsrail arasındaki 12 günlük savaşın ardından, zaten zor koşullar altında İran’da yaşayan Afgan mülteciler, casusluk da dahil olmak üzere çeşitli güvenlik suçlamalarının hedefi oldu. Bu suçlamaların kaynağı ve kapsamı genellikle açıkça ortaya konmadığı için, çoğu zaman kitle halinde yurtdışı etmek için bir bahane olarak kullanıldığı izlenimi oluştu. Zira bu mültecilerden bir kısmı gerçekten suç işlemiş olsa bile, bunu tüm topluluğa genellemek mümkün değildir. Ancak, genellikle bütün dünyada bir göçmen birey veya grubun yaptığı hata ya da suç, çoğu zaman tüm topluluğun hanesine yazılır. İran’daki Afgan göçmenler konusunda da böyle olmuştur. Savaş sonrası oluşan bu gergin atmosfer, hükümetin mültecilerle ilgili politikalarını sertleştirmesinin önünü açtı ve kısa sürede yüz binlerce Afgan mültecinin zorla sınır dışı edilmesine yol açtı.

İran’daki Afgan göçmenlerin sayısına ilişkin yayımlanan istatistikler de kamuoyu baskısının artmasına katkıda bulundu. İran İçişleri Bakanlığı Göçmenler ve Yabancı Uyruklular Dairesi Başkanı Nader Yar Ahmadi, İran’da 6,1 milyon Afgan mülteci bulunduğunu, bunlardan 4,1 milyonunun belgesiz ve “yasa dışı” olduğunu açıkladı (isna.ir/xdTv2p). Ancak Afgan nüfusun toplam sayısı ve bu nüfusun ne kadarının yasal veya yasa dışı olduğu konusunda farklı rakamlar mevcut. Örneğin, İran İçişleri Bakan Yardımcısı Ali Ekber Purcemşidiyan, Şubat 2025’te yaptığı açıklamada, 4 milyondan fazla Afgan mültecinin yasal olarak, yaklaşık 2 milyon kişinin ise yasa dışı olarak İran’da yaşadığını belirtti (https://www.alef.ir/news). Bu nedenle, savaş öncesinde de var olan toplumsal ve devlet baskısı, savaş sonrasında hızla arttı ve yalnızca ekonomik ve kültürel değil, aynı zamanda güvenlik meselesi haline geldi.

Böylece, özellikle son yıllarda Afganlara karşı artan toplumsal baskı ve devletin uyguladığı kısıtlamalar, savaş sonrası ciddi bir meşruiyet zemini buldu ve hızlı, zorunlu sınır dışı uygulamalarına dönüştü. Buna ek olarak, İran’daki derinleşen ekonomik kriz, artan işsizlik oranı ve göçmenlerin bir “yük” olarak algılanması bu süreci daha da hızlandırdı. Ayrıca, Afganistan’daki Taliban yönetimi ile İran arasındaki sınır güvenliği ve su paylaşımı konusundaki gerilimler de geniş çaplı sınır dışı politikasını güçlendirdi. Bu nedenler üç ana başlık altında incelenebilir:
İran’ın iç politika gelişmeleri
Afgan mülteciler ve kamuoyundaki algılar
Ekonomik faktörler ve kaynak yönetimi

İran’ın İç Politika Dönüşümleri

İran’ın Afgan mültecilere yönelik artan ve sertleşen politikalarını anlamak için öncelikle ülke içindeki siyasi yapıda yaşanan gelişmelerin incelenmesi gerekmektedir. İran ile İsrail arasında yaşanan 12 günlük savaş sonrası ortaya çıkan siyasi ortam, sadece dış politika açısından değil, iç siyasi dinamikler açısından da bir dönüm noktası oldu. Bu savaş, İran devletinin iç güvenlik ve kontrolünü sürdürdüğü algısını güçlendirmeyi amaçladı. Sonuç olarak, sosyal kontrolün artırılması ve potansiyel tehditlerin tanımlanması, göçmen nüfusun bu dönemin en önemli hedeflerinden biri haline gelmesine yol açtı. İran hükümeti ve savaş öncesinde bireysel özgürlükler, özellikle kadınların yaşam tarzı ve giyimi gibi hassas konular karşısında direnç gösteremeyen ahlak polisi, savaş sonrası bu konularla ilgilenmeyi bırakarak, topluluk içinde önemli bir varlığa sahip olan Afgan mültecileri bir güvenlik tehdidi olarak göstermeye başladı. Böylece ekonomik kriz, yaptırımların baskısı ve bürokratik tıkanıklık, devletin meşruiyetini kamuoyunda zayıflattı. 12 günlük savaşın hemen ardından devlet, iç politikada “ulusal birlik” anlatısını inşa etmeye yöneldi. Bu söylemin temel unsurlarından biri, “yabancı unsurların” ülkenin güvenliği ve istikrarı için tehdit oluşturduğuydu. Yıllardır İran’da hukuki, sosyal ve kültürel zorluklarla karşılaşan (Moharram pourbagheri, 2019) Afgan mülteciler hem kültürel hem de siyasi açıdan “yabancı” konumları nedeniyle kolayca bu söylemin hedefi oldu. Böylece savaş sonrası ortamda Afgan mültecilere yönelik politikalar sadece göç yönetimi stratejisi değil, aynı zamanda iç siyasi meşruiyet stratejisinin bir parçası haline geldi.

Gerçekte savaş sonrası derinleşen iç sorunlarla uğraşan İran hükümeti, kriz yönetimi stratejilerinde “günah keçisi” arayışındaydı. Ekonomik durgunluk, yüksek enflasyon ve temel gıdaya erişimde yaşanan sıkıntılar halkın öfkesini artırmıştı ve devlet, bu öfkenin yönelmesini engellemek için kamuoyundaki tepkiyi farklı yönlere kanalize etmeye çalıştı. Göçmen nüfus, hem sayı olarak çok olmaları hem de ekonomik faaliyetlere katılımları nedeniyle bu öfkenin kolay hedefi oldu.

Sonuç olarak, savaş sonrası İran iç politikasındaki dönüşüm, Afgan mültecilere yönelik politikaların sertleşmesini doğrudan etkiledi. Bu sertleşme yalnızca güvenlik endişelerinden değil, aynı zamanda ekonomik krizlerden, siyasi güç kaymalarından ve ideolojik kutuplaşmalardan kaynaklandı. Afgan mültecilerin sınır dışı edilmesi, bu iç siyasi dinamiklerin bir yansıması olarak devletin kriz yönetimi stratejisinin sıradan bir görünümü ve mevcut sorunlardan uzaklaştırma (farklı yönlere çekme) aracı olmuştur. İran’da doğrudan veya dolaylı olarak çeşitli devlet kurumlarına bağlı olan farklı medya organları da bu süreçte rol oynayarak, Afgan göçmenlere yönelik çeşitli klişelerin oluşmasına ve pekişmesine zemin hazırladı. Bu durum, devletin meşruiyetini güçlendirmek ve halkın özellikle yasadışı olan Afgan göçmenlerin topluca sınır dışı edilmesini desteklemesini sağlamak için bir araç haline geldi.

Afgan Göçmenleri ve Toplumdaki Algı ve Tutumlar

Her ne kadar İran’da Afgan göçmenlere yönelik toplumsal algılar uzun bir geçmişe sahip olsa da, son yıllarda bu algılar belirgin şekilde olumsuzlaşmıştır (Moharram pourbagheri, 2019). Afganistan’dan İran’a geniş çaplı göç, özellikle 1979’daki Sovyet işgali, 1990’lardaki Taliban’ın yükselişi ve 2001 sonrası ABD müdahalesi gibi dönüm noktalarında hız kazanmıştır. Başlangıçta İran, özellikle Şii Hazara kökenli Afgan göçmenleri ideolojik ve dini yakınlık temelinde kabul etmiştir. Ancak ekonomik sorunların derinleşmesi, işgücü piyasasında artan rekabet ve güvenlik kaygılarının yükselmesiyle bu olumlu ortam zamanla yerini olumsuz algılara bırakmıştır.

Son yıllarda Afgan göçmenler, İran’daki medya ve resmi söylemlerde genellikle “ucuz iş gücü”, “kaçak işçi” veya “sosyal yük” gibi etiketlerle anılmıştır. Özellikle kentsel merkezlerde ve inşaat, tarım, temizlik gibi sektörlerde çalışan çok sayıda Afgan göçmen, yerel halk arasında “işlerimizi alıyorlar” şeklinde bir algının güçlenmesine yol açmıştır. Bu algı, yüksek enflasyon ve işsizliğin yoğun olduğu dönemlerde daha da artmıştır. İranlı yetkililere göre, yaklaşık 6 milyon Afgan mültecinin yarısının başkent Tahran’da yaşadığı tahmin edilmekte ve bu durum ülkenin sağlık ve eğitim altyapısı üzerinde ağır bir yük oluşturmaktadır (isna.ir/xdTv2p).

Ancak toplumsal algının sadece ekonomik boyutla sınırlı olmadığı vurgulanmalıdır. Kültürel farklılıklar ve yaşam tarzı da günlük yaşamda mesafeleri artıran faktörlere dönüşmüştür. Afgan mültecilerin yoğun olarak yaşadığı mahalleler giderek “güvenlik sorunları” ve “antisosyal ortamlar” gibi damgalarla ilişkilendirilmekte ve bu durum toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmektedir. İran’daki bazı yerel yönetimler, mültecilerin yaşadığı bölgelerde altyapı ve sosyal hizmetleri kısıtlayarak “ötekileşme” sürecini hızlandırmıştır.

Devlet destekli medyanın Afgan mültecilere yönelik tutumu da bu algı değişiminde önemli rol oynamıştır. İran ile İsrail arasında yaşanan 12 günlük savaş sonrası bazı medya organları, Afgan mültecileri “potansiyel casus” ya da “yabancı ajan” olarak nitelendiren haberler yayımlamıştır. Bu yayınlar, halkın Afgan mültecileri güvenlik tehdidi olarak görme eğilimini güçlendirmiştir. Devlet yanlısı gazete ve televizyon kanallarında kullanılan dil, göçmenlerin sadece ekonomik değil, stratejik bir risk oldukları izlenimini pekiştirmiştir.

Sosyal medya da toplumsal ortamın gerilmesinde önemli rol oynamıştır. Özellikle savaş sonrası dönemde, Twitter (X), Instagram ve Telegram gibi platformlarda Afgan göçmenlere yönelik nefret söylemleri belirgin şekilde artmıştır. Bazı videolar ve haber raporları, dayanaksız iddialarla göçmenleri suçlu göstererek linç kültürünü besleyen bir ortam yaratmıştır. Afgan göçmenlerin aktardığına göre, bu yanlış algılar ve karalayıcı imgeler sadece sosyal medyada değil, devlet destekli medyada da yer almaktadır. (bbc/persian)

Casusluk iddialarının gündeme gelmesinin ardından, sosyal medyada Afganların İran’dan sınır dışı edilmesi çağrısında bulunan paylaşımlar zirve yaptı. 12 günlük savaşın ardından Afganlara yönelik hashtag’lerin yükselişini gösteren grafik, bu eğilimi net biçimde ortaya koymaktadır. (X Brandwatch)

Bütün bu gelişmeler, İran’da göçmen politikalarının yalnızca devlet eliyle değil, aynı zamanda toplumsal baskı aracılığıyla da şekillendiğini ortaya koymaktadır. Afgan göçmenlere karşı artan olumsuz algı, devletin sınır dışı politikalarını meşrulaştırıcı bir toplumsal zemin hazırlamıştır. Halkın önemli bir kesimi, göçmenlerin geri gönderilmesini hem ekonomik rahatlama hem de güvenlik önlemi olarak görmeye başlamıştır.

Sonuç olarak, Afgan göçmen algısındaki olumsuz dönüşüm, devlet söylemi, medya çerçevelemesi, ekonomik kriz ve kültürel farklılıkların birleşimiyle ortaya çıkan çok boyutlu bir süreçtir. Savaş sonrası milliyetçi atmosfer, bu süreci hızlandırmış; toplumsal baskı ile devlet politikası aynı yönde ilerleyerek Afgan göçmenlerin zorla sınır dışı edilmesini hem kolaylaştırmış hem de toplumsal olarak meşru göstermiştir.

Ekonomik faktörler ve kaynak yönetimi

Afgan göçmenlerin İran’daki varlığı, ülkenin ekonomik dinamikleri üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Göçmenlerin yoğun olarak çalıştığı sektörler arasında inşaat, tarım, temizlik ve hizmet sektörü yer almaktadır; bu sektörler özellikle düşük ücretli iş gücü talebini karşılamaktadır. Ancak bu durum, özellikle yüksek işsizlik oranına sahip bölgelerde, yerel halk ile göçmenler arasında iş rekabetini artırmakta ve ekonomik gerilimlerin yükselmesine yol açmaktadır. İranlı işçiler, Afgan göçmenlerin “ucuz iş gücü” olarak istihdam edilmesi nedeniyle zor koşullarda çalışmakta olup, bu da sosyal memnuniyetsizliğin artmasına katkı sağlamaktadır.

Afgan göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde, sağlık hizmetleri, eğitim ve konut gibi temel kamu hizmetlerine olan talep de hızla artmıştır. Ancak İran’da, özellikle ekonomik kriz ve yaptırımlar nedeniyle altyapı yatırımlarının yetersizliği, bu hizmetlerin eksik kalmasına neden olmaktadır. Belediyeler ve devlet kurumları, göçmenlerin yarattığı altyapı yüküyle başa çıkmaya çalışmakta olup, bu durum hem yerel halkın hem de göçmenlerin yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir.

Öte yandan İran devleti, artan ekonomik ve altyapı kaynaklarıyla karşı karşıyadır. Ülke, özellikle su, doğalgaz, elektrik gibi temel enerji kaynaklarında ve sağlık ile eğitim hizmetlerinde ciddi eksikliklerle karşılaşmaktadır. Yaz aylarında İran genelinde en az iki saatlik su ve elektrik kesintileri ve kışın gaz kesintileri yaşanmaktadır. Bu yapısal sorunlar, devletin sosyal ve ekonomik yükünü artırmakta ve yüksek sayıda Afgan göçmeni bu yükü daha da artırmaktadır. Bu nedenle İran devleti, mevcut kaynakların yükünü azaltmak ve sosyal hizmetlerin sürdürülebilirliğini korumak amacıyla Afgan göçmenlerin sınır dışı edilmesi politikasını desteklemektedir. Bu uygulama, sadece güvenlik veya siyasi açıdan değil, ekonomik ve kaynak yönetimi açısından da değerlendirilmelidir. Çünkü sağlık, eğitim ve sosyal yardım gibi hizmetlerin finansmanı büyük ölçüde devlet bütçesinden karşılanırken, sınır güvenliği, kayıt işlemleri ve zorunlu geri gönderme operasyonları için de önemli maliyetler harcanmaktadır. Bu koşullarda İran devleti, ülkenin ekonomik krizi ve uluslararası yaptırımlar nedeniyle kaynakların etkili ve öncelikli kullanımını zorunlu görmekte ve Afgan göçmen nüfusunun azaltılmasını en önemli önceliklerinden biri olarak belirlemektedir.

Normal koşullarda, uzun vadede planlı ve sürdürülebilir entegrasyon, ekonomik kalkınma için bir fırsat olarak görülebilir. Ancak İran’daki mevcut göç politikaları ve kaynak yönetimi, ağırlıklı olarak kriz yönetimi ve kısa vadeli çözümlere odaklanmaktadır. Afganların toplu sınır dışı edilmesi, savaş sonrası İran’daki en önemli kısa vadeli çözüm uygulamalarından biridir. Birleşmiş Milletler’in verilerine göre, özellikle savaşın ardından son aylarda İran’dan yaklaşık bir buçuk milyon Afgan sınır dışı edilmiştir. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin açıklamalarına göre, İran’dan zorunlu olarak sınır dışı edilen Afgan sayısı günlük 50 bine ulaşmış olup, bu süreç çoğunlukla zorlu yolculuklarla gerçekleşmiştir.

Sonuç

İran ile İsrail arasında yaşanan 12 günlük savaş, Afgan mültecilere yönelik politikaların sertleşmesini hem hızlandırdı hem de meşrulaştırdı. Savaş sonrasında ortaya çıkan milliyetçi ve güvenlik odaklı atmosfer, Afgan mültecileri yalnızca sosyoekonomik bir yük olarak değil, aynı zamanda potansiyel bir güvenlik tehdidi olarak da konumlandırdı. Bu süreç, üç ana eksen üzerinden şekillendi: savaş sonrası artan iç politik baskılar, kamuoyundaki olumsuz algı dönüşümü ve derinleşen ekonomik kriz ile kaynak yetersizliği.

Her devletin yasa dışı göçmenlerle mücadele etme hakkı bulunmakla birlikte, İran hükümetinin kriz yönetimi stratejisinin, Afgan mültecileri “günah keçisi” haline getirerek toplumsal öfkeyi yönlendirmeye odaklandığı görülmektedir. Resmî söylemler ve devlet destekli medya organları, mültecileri hedef göstererek kamuoyu desteğini artırmış ve toplu sınır dışı uygulamalarının önünü açmıştır. Bazı medya, aktivist ve Afgan göçmenlerin iddialarına göre, bu sınır dışı işlemleri yalnızca yasa dışı göçmenleri kapsamamaktadır. Ayrıca toplumda uzun yıllardır var olan ekonomik rekabet, kültürel farklılıklar ve güvenlik kaygıları, savaş sonrası dönemde devletin söylemleriyle birleşerek Afgan mültecilere karşı güçlü bir toplumsal baskı oluşturmuştur.

Ekonomik ve altyapısal krizler de bu politikanın önemli dayanaklarından biri olmuştur. İşsizlik, enflasyon, yetersiz kamu hizmetleri ve enerji kaynaklarındaki sıkıntılar, göçmen nüfusunun azaltılmasını hükümet açısından kısa vadeli bir çözüm haline getirmiştir. Ancak bu yaklaşım, uzun vadeli entegrasyon ve yapısal sorunların çözümü yerine, geçici bir rahatlama sağlayan kriz yönetimi pratiği olarak kalmıştır. Sonuç olarak, Afgan mültecilerin İran’dan zorla sınır dışı edilmesi; yalnızca göç yönetimi politikalarının değil, savaş sonrası güvenlik stratejilerinin, ekonomik darboğazların ve toplumsal algı mühendisliğinin kesişim noktasında ortaya çıkan çok boyutlu bir olgu olarak değerlendirilmelidir.

İlgili İçerikler

Son Yazılar