Hindistan ile Pakistan arasında kırılgan barış: Nükleer savaş tehdidi büyüyor mu?

Keşmir sorunu, askeri modernizasyon, ekonomik blokajlar ve küresel dengeler açısından bakıldığında; Pakistan-Hindistan arasındaki ilişkilerin yalnızca bir çatışma alanı değil; aynı zamanda sürdürülebilir barış arayışının da bir laboratuvarı olduğu söylenebilir.

Paylaş

Güney Asya, nükleer silahlarla donanmış iki ezeli rakibin gölgesinde kırılgan bir barışı muhafaza etmeye çalışıyor. Hindistan ile Pakistan arasında süregelen gerilim, yalnızca sınır ihtilaflarının değil, tarihsel kimlik çatışmalarının, güvenlik kaygılarının ve büyük güç rekabetinin de bir yansımasıdır. Keşmir sorunu etrafında şekillenen bu kriz dinamiği, her an bölgesel bir çatışmayı küresel bir güvenlik tehdidine dönüştürebilecek potansiyele sahip. Artan askerî modernizasyon, karşılıklı güvensizlik ve ekonomik kopukluk, bu kırılgan dengeleri daha da istikrarsızlaştırmaktadır.

Güney Asya, dünya nüfusunun yaklaşık beşte birine ev sahipliği yapmasına rağmen, kalıcı barış, bölgesel bütünleşme ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmakta zorlanan bir bölge. Bu kırılganlığın merkezinde ise Hindistan-Pakistan ilişkileri yer alıyor. İki ülke arasındaki tarihsel çatışmalar, yalnızca siyasi ve askerî düzeyde bir rekabetle sınırlı kalmayıp, aynı zamanda küresel güvenlik, ekonomik istikrar ve bölgesel entegrasyon açısından da derin ve çok katmanlı etkiler doğurmakta.

Keşmir Sorunu

1947 yılında İngiltere’nin Hindistan’daki sömürge yönetimine son vermesiyle ortaya çıkan iki bağımsız devlet, Hindistan ve Pakistan, daha kuruluş aşamasında derin bir çatışma potansiyeliyle yüz yüze kalmıştır. Bu çatışmanın merkezinde, stratejik ve sembolik önemi yüksek olan Keşmir bölgesi bulunmaktadır. Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ancak yöneticisi Hindu olan Cammu ve Keşmir Prensliği, bağımsız kalma arzusu taşısa da, Cammu ve Keşmir halkının Pakistan’a ilhak istemeleri üzerine, Prens Hindistan’a ilhak başvurusunda bulunmuştur. Bu gelişme, 1947-1948 Keşmir Savaşı’na yol açmış ve Birleşmiş Milletler arabuluculuğunda sağlanan ateşkesle Keşmir ikiye bölünmüştür: Hindistan’ın kontrolündeki Cammu ve Keşmir ile Pakistan’ın yönettiği Azad Keşmir olarak coğrafi bir bölünme meydana gelmiştir.

Bu bölünme, Keşmir’in yalnızca bir toprak parçası olmaktan çıkıp, ulusal kimliklerin ve egemenlik iddialarının odak noktası haline gelmesine neden olmuştur. 1965 ve 1971’de yaşanan savaşlar, iki ülke arasındaki karşılıklı güvensizliği artırmış, özellikle 1971 savaşının sonucunda Bangladeş’in bağımsızlığını kazanması Pakistan’da derin bir travma yaratmıştır. Bu travmatik geçmiş, Hindistan ve Pakistan’ın dış politikalarında askerî güvenliği merkeze alan bir yaklaşım geliştirmelerine zemin hazırlamıştır.

Dünyanın En Tehlikeli İhtilaf Noktası

Keşmir sorununu daha da karmaşık hale getiren gelişmelerden biri ise Hindistan’ın 2019 yılında Anayasa’nın 370. maddesini iptal ederek Cammu ve Keşmir’e tanınan özel statüyü kaldırmasıdır. Bu karar, Pakistan tarafından yasa dışı bir ilhak olarak değerlendirilmiş ve diplomatik ilişkiler askıya alınmıştır. Aynı yıl gerçekleşen Pulwama saldırısı ve ardından Hindistan’ın, Pakistan’ın Balakot bölgesine düzenlediği hava harekâtı, nükleer kapasiteye sahip iki ülkeyi doğrudan bir savaşın eşiğine getirmiştir. Bu gelişmeler, Keşmir’in hâlen dünyanın en tehlikeli ihtilaf noktalarından biri olduğu gerçeğini bir kez daha ortaya koymuştur. Bu gerçek, son olarak 22 Nisan 2025’te Hindistan’ın Cammu Keşmir bölgesindeki Pahalgam kasabasında düzenlenen ve 26 sivilin hayatını kaybettiği saldırıyla bir kez daha gün yüzüne çıkmıştır. Hindistan, saldırının Pakistan bağlantılı militanlarca gerçekleştirildiğini öne sürerken; Pakistan, bu iddiaları reddetmiş ve olayın bir “sahte bayrak operasyonu” olabileceğini savunmuştur. Bu tür gelişmeler, iki ülke arasındaki kırılgan barışı daha da istikrarsızlaştırmakta ve doğrudan çatışma riskini artırmaktadır.

Hassas Askeri Dengeler

Hindistan ve Pakistan arasındaki askerî denge, zaman içinde yalnızca kara ordularının büyüklüğü veya savaş uçaklarının sayısıyla ölçülen klasik güç dengesi olmaktan çıkmıştır. Günümüzde bu rekabet, ileri düzey hava savunma sistemleri, nükleer doktrinler, elektronik harp, insansız hava araçları (İHA’lar) ve siber saldırı yetenekleri gibi çok daha karmaşık unsurlar üzerinden şekillenmektedir.

Hindistan’ın Rusya’dan tedarik ettiği S-400 Triumf hava savunma sistemi, 400 kilometre menzile kadar yüksek irtifadaki hedefleri imha edebilme kapasitesiyle bölgedeki askerî dengeleri ciddi ölçüde etkilemiştir. Bu sistemin Pakistan sınırına konuşlandırılması, sadece savunma amaçlı bir hamle değil; aynı zamanda stratejik caydırıcılık ve psikolojik üstünlük kurma girişimi olarak da değerlendirilmektedir. Hindistan, ayrıca yerli üretim Akash sistemleri ve İsrail yapımı Spyder sistemleri ile çok katmanlı bir hava savunma ağı inşa etmektedir.

Öte yandan Pakistan da Çin ile iş birliği içinde geliştirdiği JF-17 Thunder savaş uçaklarının Block III versiyonlarını modernize etmektedir. Bu uçaklar, AESA radarları, gelişmiş elektronik harp sistemleri ve PL-15 uzun menzilli füzeleri ile Hindistan’ın hava üstünlüğüne karşı denge unsuru olarak konumlandırılmaktadır. Pakistan, ayrıca taktik nükleer silahlar, seyir füzeleri, siber saldırı kapasitesi ve İHA sürüleri gibi asimetrik caydırıcılık araçlarına yönelerek klasik güç dengesindeki zafiyetlerini telafi etmeye çalışmaktadır.

Bu askerî gelişmeler, bölgede bir “kırılgan caydırıcılık” ortamı oluşturmuştur. Hindistan teknik ve sayısal üstünlüğe sahip olsa da, Pakistan’ın “ilk kullanım hakkı” doktrinine dayanan nükleer yaklaşımı, tarafları doğrudan bir savaştan alıkoymaktadır. Bu nedenle, bölgedeki barış durumu “soğuk savaş” benzeri bir sıcak barış şeklinde sürmektedir: Taraflar doğrudan çatışmadan kaçınmakta, ancak karşılıklı güven eksikliği derinleşmeye devam etmektedir.

Ekonomik Gerilim

Hindistan-Pakistan ilişkilerinde askeri ve diplomatik boyut kadar önemli olan bir diğer unsur ise ekonomik ilişkilerin seyridir. Her iki ülke arasında büyük bir ekonomik potansiyel bulunmasına rağmen, mevcut politik ortam bu potansiyelin değerlendirilmesine imkân tanımamaktadır. Uzmanlara göre iki ülke arasındaki potansiyel ticaret hacmi 30 milyar dolar seviyesine ulaşabilecekken, fiili ticaret hacmi bu miktarın çok altındadır. 2019 yılında Keşmir’in özel statüsünün kaldırılmasının ardından uygulamaya konan ticaret yasakları, gümrük tarifeleri ve diplomatik sınırlamalar, karşılıklı ekonomik ilişkileri neredeyse durma noktasına getirmiştir.

Resmî ticaretin sekteye uğraması, özellikle sınır bölgelerinde yaşayan topluluklar üzerinde doğrudan olumsuz etkiler yaratmaktadır. Bu durum, kaçakçılık, kayıt dışı ekonomi ve organize suç ağlarının güçlenmesine neden olmuş; bölgesel ekonomik güvenliği de tehdit etmeye başlamıştır. Öte yandan, İran-Pakistan-Hindistan doğalgaz boru hattı gibi stratejik enerji projeleri de güvenlik kaygıları ve uluslararası yaptırımlar nedeniyle askıya alınmıştır.

Hindistan, enerji ihtiyacını karşılamak ve Orta Asya kaynaklarına erişim sağlamak amacıyla İran’ın Chabahar Limanı’na yönelmiş; Pakistan ise Çin’in desteğiyle hayata geçirilen Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC) projesiyle ekonomik ve stratejik kazanımlar elde etmeye çalışmıştır. Ancak Hindistan, bu projeyi kendi toprak bütünlüğüne yönelik bir tehdit olarak algılamaktadır. Bu karşılıklı güvensizlik, Güney Asya’da ekonomik entegrasyon zeminini daha da kırılgan hale getirmektedir.

Güney Asya Serbest Ticaret Anlaşması (SAFTA) ve Güney Asya Bölgesel İşbirliği Örgütü (SAARC) gibi platformlar, Hindistan-Pakistan rekabeti nedeniyle işlevsizleşmiş; böylece yoksulluk, işsizlik ve eşitsizlik gibi kronik sorunların çözümü için gereken iş birliği imkanları ortadan kalkmıştır.

Küresel Güvenlik Mimarisine Etkileri

Hindistan ile Pakistan arasındaki gerilim, yalnızca bölgesel bir sorun değil, aynı zamanda küresel güvenlik mimarisi açısından da stratejik öneme sahip bir kriz alanıdır. Her iki ülkenin de nükleer silaha sahip olması, bölgesel krizlerin potansiyel bir küresel tehdide dönüşme riskini artırmaktadır. Pulwama saldırısı ve Balakot operasyonu gibi olaylar sırasında bu tür gerilimler yalnızca diplomatik tıkanmalarla sınırlı kalmayıp zaman zaman ciddi güvenlik krizlerine dönüşebilmektedir. Nitekim, 22 Nisan 2025 tarihinde Hindistan’ın Cammu Keşmir bölgesindeki Pahalgam kasabasında düzenlenen ve 26 sivilin yaşamını yitirdiği saldırı, Hindistan ile Pakistan arasındaki tansiyonu yeniden yükseltmiştir. Olayın hemen ardından ABD, Çin, Türkiye ve Avrupa Birliği gibi küresel aktörler, itidal çağrısında bulunmuş ve iki nükleer gücün doğrudan çatışmaya sürüklenmemesi için diplomatik temaslara hız vermiştir. Bu gelişme, Güney Asya’daki lokal şiddet olaylarının küresel güvenlik mimarisi üzerindeki doğrudan etkisini bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Ayrıca bu gerilim, büyük güç rekabetini Güney Asya’ya taşımaktadır. Türkiye ve Çin’in Pakistan’a verdiği teknoloji, altyapı ve diplomatik destek, Hindistan’ı ABD ve Japonya gibi ülkelerle daha yakın ilişkiler kurmaya yöneltmiştir. Bu durum, Hint-Pasifik bölgesindeki jeopolitik rekabetin Güney Asya üzerinde yeni bir soğuk savaş ekseni oluşturmasına neden olmaktadır.

Hindistan-Pakistan geriliminin ekonomik yansımaları da küresel düzeyde hissedilmektedir. Enerji yollarının, ticaret güzergâhlarının ve finansal güvenliğin istikrarı açısından bu iki ülke arasındaki ilişkiler belirleyici olmaktadır. Özellikle karşılıklı ekonomik bağımlılığın zayıf olması, tarafların çatışma durumlarında ekonomik maliyeti göze alma eğilimini artırmakta ve krizin kontrolsüz biçimde tırmanma ihtimalini yükseltmektedir.

Güney Asya’nın Kaderini Belirleyecek

Hindistan ve Pakistan arasındaki ilişkiler, yalnızca iki devletin ihtilafı olmaktan öte, Güney Asya’nın kaderini belirleyen temel bir dinamik haline gelmiştir. Bu gerilim, tarihsel hafızalar, kimlik politikaları, güvenlik kaygıları ve büyük güç rekabetiyle iç içe geçmiş çok katmanlı bir yapıya sahiptir. Keşmir sorunu, askeri modernizasyon, ekonomik blokajlar ve küresel dengeler açısından bakıldığında, bu ilişkinin yalnızca bir çatışma alanı değil; aynı zamanda sürdürülebilir barış arayışının da bir laboratuvarı olduğu söylenebilir.

Bu nedenle, Hindistan ve Pakistan arasında diyaloğun sürdürülmesi, ekonomik iş birliği kanallarının açılması ve güven artırıcı önlemlerin geliştirilmesi kritik öneme sahiptir. Çok taraflı platformlar, arabuluculuk girişimleri ve bölgesel entegrasyon projeleri bu kırılgan dengeyi kalıcı barışa dönüştürme potansiyeli taşımaktadır. Aksi takdirde, Keşmir gibi ihtilaf noktaları, 21. yüzyılın en büyük güvenlik tehditleri arasında yer almaya devam edecektir.

06.05.2025 Yeni Şafak

İlgili İçerikler

Son Yazılar