✍ Dr. Muharrem Bagir, Gazeteci
13 Haziran 2025’te İsrail’in İran’ın nükleer ve askeri altyapılarına yönelik başlattığı “Yükselen Aslan Operasyonu”, yıllardır birikmiş bölgesel gerilimleri doğrudan çatışmaya dönüştürerek Orta Doğu’da yeni bir kırılma yarattı. Bu savaş, yalnızca iki ülke arasındaki ideolojik ve stratejik çekişmenin değil; aynı zamanda küresel güç dengelerinin ve bölgesel ittifakların sahaya yansıyan boyutlarının da çarpıcı bir örneğidir. İsrail’in nükleer endişeleri ve İran’ın vekil unsurlar üzerinden kurduğu etki alanı, tarafların birbirini tehdit olarak görmesini pekiştirirken, bu çatışmayı kaçınılmaz kılmıştır.
Savaşın etkileri yalnızca İran ve İsrail’le sınırlı kalmamış; ABD, Körfez ülkeleri, Rusya ve Çin gibi küresel aktörlerin yanı sıra, İran’a komşu olan Pakistan’ı da doğrudan etkilemiştir. Coğrafi yakınlığının ötesinde, İran’la paylaştığı tarihsel, mezhepsel ve siyasi bağlar, Pakistan’ın tutumunu dikkatle izlenmesi gereken bir unsur hâline getirmiştir. Pakistan’ın İsrail ile diplomatik ilişkilerinin bulunmaması da, İslamabad’ın Tahran’a daha yakın bir pozisyon almasına zemin hazırlamıştır. Bununla birlikte, iç siyasi dengeler, Hindistan faktörü ve Batı ile ilişkiler gibi unsurlar, Pakistan’ın pozisyonunu karmaşıklaştıran temel etmenler olmuştur.
Savaşın Seyri: Kısa Bir Özeti
İsrail’in 13 Haziran 2025’te başlattığı saldırılar kapsamında, İran’ın nükleer tesisleri, füze üretim merkezleri ve yüksek rütbeli askeri hedefleri hedef alındı. İran, buna karşılık olarak İsrail’e yaklaşık 600 balistik füze fırlattı. İsrail’in hava savunma sistemleri füzelerin büyük bölümünü etkisiz hâle getirse de, bazı füzeler askeri ve yerleşim alanlarına isabet ederek ciddi yıkıma yol açtı. ABD’nin 21 Haziran’da İran’daki üç nükleer tesisi vurmasıyla çatışma daha da tırmandı. 12 gün süren savaşta İran’da en az 1000, İsrail’de ise 28 kişinin hayatını kaybettiği bildirildi. Uluslararası baskılar neticesinde taraflar ateşkesi kabul etti.
Bu süreçte Pakistan doğrudan askeri taraf olmaktan kaçınmış; ancak İran’a yönelik diplomatik ve manevi desteğini net bir biçimde ortaya koymuştur.
Pakistan’ın İran ve İsrail’le İlişkilerine Tarihsel Bir Bakış
Pakistan-İran ilişkileri, 1947’de İran’ın Pakistan’ı tanıyan ilk ülke olmasıyla şekillenen derin bir tarihsel arka plana sahiptir. 1979 İran Devrimi’nden sonra da Pakistan, yeni kurulan İslam Cumhuriyeti’ni tanıyan ilk ülkelerden biri olmuştur. Her iki ülke, Afganistan’daki Sovyet işgaline karşı birlikte pozisyon almış; ancak mezhepsel farklılıklar ve bölgesel nüfuz rekabetleri ilişkileri zaman zaman sınamıştır.
Pakistan’ın İsrail’le diplomatik ilişkisi bulunmamaktadır. Filistin meselesinde aktif bir tavır sergileyen İslamabad, İsrail’i tanımamış ve İsrail karşıtı söylemleri uzun süredir sürdürmektedir. Ancak ABD ve Körfez ülkeleriyle olan stratejik ilişkiler, bu tutumun her zaman radikal bir kopuşa evrilmesini engellemiştir.
Pakistan’ın Tutumu: Denge Arayışında Bir Destek
- Diplomatik Duruş ve Resmî Açıklamalar
İsrail saldırılarının ardından Pakistan Dışişleri Bakanlığı, saldırıları “egemenlik ihlali” ve “uluslararası hukuka aykırı bir provokasyon” olarak tanımlamış; Birleşmiş Milletler’e acil müdahale çağrısında bulunmuştur. Başbakan Şahbaz Şerif ve Savunma Bakanı Khawaja Asif, İsrail’in İran’a, Yemen’e ve Filistin’e yönelik saldırılarının Müslüman dünyayı hedef aldığını belirterek birlik çağrısında bulunmuşlardır.
İslamabad, İran’a açıkça askeri yardım sunmamış olsa da siyasi, diplomatik ve toplumsal düzeyde anlamlı bir dayanışma sergilemiştir.
- Tarihsel ve Mezhepsel Bağlar
Yaklaşık 900 kilometrelik kara sınırı, ortak tarihsel geçmiş ve İslamî kimlik üzerinden gelişen ilişki, Pakistan’ın İran’a yönelik özel bir hassasiyet taşımasına neden olmaktadır. Her ne kadar Sünni-Şii ayrılığı zaman zaman ilişkileri gerse de, iki ülke İslam dünyasında iş birliğine açık bir çerçevede hareket etmeye çalışmıştır.
- İç Siyasi Dinamikler
Pakistan’daki Şii nüfus (yaklaşık %10–15) iç siyasette önemli bir faktördür. Bu kesimin İran’a olan dini ve kültürel yakınlığı, İslamabad’ın İran karşıtı sert bir çizgiye kaymasını engellemiştir. Büyük şehirlerde düzenlenen protestolar ve kamuoyundaki mezhepsel duyarlılıklar, hükümetin söylemlerinde belirleyici olmuştur.
- Bölgesel Güvenlik Kaygıları
Pakistan, İran’ın istikrarsızlaşmasının Belucistan sınırındaki güvenliği olumsuz etkileyebileceğinden endişe duymaktadır. Ayrılıkçı hareketlerin ve radikal grupların güçlenmesi, Pakistan için doğrudan bir güvenlik tehdidi oluşturmaktadır. Bu nedenle, İran’ın bölgedeki etkisinin tamamen zayıflatılması, Pakistan’ın çıkarlarına aykırı görülmektedir.
- Diplomatik Denge Siyaseti
Pakistan, ABD ve Suudi Arabistan gibi müttefikleriyle ilişkilerini sürdürmek adına dikkatli bir denge siyaseti gütmektedir. Haziran 2025’te Genelkurmay Başkanı Orgeneral Asim Munir’in ABD Başkanı Donald Trump ile yaptığı görüşme, bu denge arayışının bir yansımasıdır. Pakistan, savaşın genişlemesini engellemek adına arabuluculuk ya da dengeleyici aktör rolü üstlenmeye çalışmıştır.
- Enerji ve Ekonomik Bağlantılar
Pakistan, petrol ihtiyacının önemli bir kısmını takas yollarla da olsa İran’dan karşılamaktadır. Ayrıca Belucistan eyaleti İran’dan elektrik ithal etmektedir. Hürmüz Boğazı’ndaki herhangi bir kriz, Pakistan’ın enerji ithalatını ve ekonomisini ciddi biçimde sarsabilir. Dolayısıyla enerji güvenliği, İran’la olan ilişkilerin pragmatik boyutunu güçlendirmektedir.
Tartışmalı Açıklamalar ve Yalanlamalar
İran Devrim Muhafızları eski komutanı Muhsin Rızai’nin, Pakistan’ın İsrail’e nükleer karşılık vereceği yönündeki iddiası, İslamabad’da tepkiyle karşılanmıştır. Dışişleri Bakanı İshak Dar, bu açıklamayı “asılsız ve sorumsuzca” olarak nitelemiş; Pakistan’ın nükleer doktrininin Hindistan’a karşı caydırıcılığa dayandığını vurgulamıştır.
Sonuç: Denge, Dayanışma ve İhtiyatlı Yakınlık
Pakistan’ın İsrail-İran Savaşı’ndaki pozisyonu; tarihsel bağlar, iç siyasi dengeler, güvenlik kaygıları ve ekonomik çıkarların dengeli bir bileşkesine dayanmaktadır. İran’a açık askeri destek vermekten kaçınan İslamabad, diplomatik ve manevi destekle İslam dünyasındaki imajını korumaya çalışırken; aynı zamanda Batı ile olan stratejik ilişkilerini zedelememeye özen göstermektedir.
Pakistan’ın bu ihtiyatlı tutumu, savaşın bölgesel yayılmasını önlemeye yönelik barışçıl çabaları da içermektedir. Hatta bazı Pakistanlı siyasetçiler, krizin diplomatik yollarla çözülmesi hâlinde ABD Başkanı Trump’ın Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmesi gerektiğini dahi ifade etmişlerdir.
Bu tablo, Pakistan’ın çatışmanın doğrudan askeri tarafı olmadan, bölgesel barışı koruma ve Müslüman kamuoyuna yanıt verme çabasıyla şekillenen çok katmanlı bir dış politika yaklaşımını ortaya koymaktadır.