2019 barış görüşmelerine güçlü girmek isteyen ABD de Taliban da kendisine üstünlük sağlayacak psikolojik bir savaşa girmiş durumdalar.
İngilizler Hint yarımadasındaki hakimiyetini pekiştirmek amacıyla Orta Asya’da Rus varlığına karşı daima mücadelede etmişti. Jeostratejik konumu nedeniyle Afganistan bu mücadeleye birçok kez ev sahipliği yapmıştı. İngilizlerle Afganlar arasında 18.,19. ve 20. yüzyıl başlarında üç savaş yaşanmıştı. Tarih boyunca kuzeyden güneye doğru yapılan bütün akınların ana güzergahı olan Afganistan, bu akınlara asker sağlamasıyla da öne çıkıyor. Bu akınlarla birlikte savaşçılık kabiliyetlerini geliştiren Afganlar, 18. ve 19. yüzyılda İngilizlere karşı ülkelerini savundular.
1979 yılında Sovyet işgaline karşı yine ülkelerini savunmak zorunda kalan Afganlar, silahlı mücadeleden geri durmadılar. Dönemin iki kutuplu dünyasının diğer tarafı olan ABD ise Sovyetler Birliği’nin Afganistan’da başarılı olmaması için Pakistan üzerinden bu savaşın hamiliğini üstlenmişti.
Rusların ülkeden kovulması sonrasında, halk cihadının elde ettiği bu başarı, yeni hükümetlerin kurulması konusunda aralarında anlaşamayan yerel liderlerin savaşa tutuşması sebebiyle baltalanmıştı. Dışarıdaki düşmana karşı savaşan Afgan halkı, 30 yıl boyunca kendi içinde de çatışmaya devam etti. Neticede açlık ve sefaletin pençesine terk edilmiş on binlerce dul kadın ve sakat çocuk kaldı. Diğer taraftan BM Uyuşturucu Komisyonu’nun 1999 yılı raporunda, dünya afyon üretiminin yüzde 73’ünün Afganistan’da gerçekleştirdiğini açıklaması da problemin bir başka boyutuna dikkat çekiyor.
Rusya ve Çin’in Şangay İşbirliği Örgütü aracılığıyla Orta ve Güney Asya’da bölgenin en önemli iki ülkesi olan Hindistan ve Pakistan üzerinde etki oluşturma çabasını fark eden ABD, SSCB’nin 1979-1989 yılları arasında fiili işgalle gerçekleştiremediği bu konumlanmaya karşı tavır almıştı. 11 Eylül saldırısı sonrası harekete geçen ABD, Ruslara karşı eğittiği El Kaide gibi örgütleri ve yöneticilerini bahane ederek Afganistan’da fiilen var olma planını devreye sokmuştu.
Mücahitler arasında bağımsız mücadelesiyle ün yapmış kuzey bölgesi lideri Ahmet Şah Mesut, 9 Eylül 2001’de iki Arap gazetecinin suikastı sonucu öldürülmüştü. Bu saldırının hemen akabinde ise ABD’de 11 Eylül saldırıları gerçekleşmişti. 14 Eylül 2001’de ABD kongresinin işgale imkan veren kararının ardından, 18 Eylül’de ABD Usame bin Ladin’i Taliban Emirliği’nden istemiş, Taliban’ın bu baskı ve taleplerini reddetmesi sonucunda, BM Güvenlik Konseyi’nin herhangi bir kararı olmadan ABD Ekim 2001’de İngiltere’yi de yanına alarak uçaklarla Afganistan’ı bombalamıştı. ABD’nin bu tavrı, Afganistan işgalinin çok daha önceden planlanmış olabileceğine işaret ediyordu.
Tüm bu olayların neticesinde, Afgan cihadı ve sonrasındaki iç savaştan bıkan, her hanesinden en az birer kayıp veren Afgan halkı, ülkenin birliğini sağlamada Taliban’ı bir kurtarıcı olarak görmüş, Taliban’a atfettiği bu rol sebebiyle birçok bölgeyi kendi eliyle onun idaresine teslim etmişti.
1979 da başlayan Afgan cihadının bir sonucu olarak Pakistan’a göç eden yaklaşık 5 milyon mülteciden bazıları, medreselerde uzun yıllar bulunmuş, eğitimli kişilerdi. Sayıları bini bulan bu öğrencilerin Afganistan’a dönerek ülkelerinin geleceğinde söz sahibi olmak üzere harekete geçirilmesiyle, 1994 yılında Taliban hareketi başlamıştı. İlk olarak Kandahar’dan yola çıkan Taliban hareketi, daha sonra Afganistan’ın diğer bölgelerine de yayılarak 1996 yılında başkent Kabil’i ele geçirmişti.
Uzmanların iddialarına göre ABD öncülüğünde, Suudi Arabistan’ın mali ve Pakistan’ın eğitim desteğiyle kurulan Taliban’ın, Usame bin Ladin konusundaki tutumu dolayısıyla, kontrol edilemeyen bir harekete dönüşebilme olasılığı ilk kez gündeme gelmişti. ABD kendisine sorun oluşturabilecek bu yapının daha da büyümeden “başının ezilmesi” gerektiğine kanaat getirerek Taliban’ı bitirmek istemiş ve El Kaide de bu işin kılıfı olmuştu.
2001 sonrası ABD güdümünde şekillenen Afganistan yönetimi ülkenin önemli bir kısmında kontrolü kaybetmiş durumda. Afgan yönetimi sadece dar bir bölgeye sıkışmış ve özellikle kırsal bölgelerde güvenlik ve kontrol sağlama açısından bugün dahi devam eden sıkıntılarla karşı karşıya. Koalisyon güçleri Afganistan’da yüzlerce mağarayı yok etmeye çalışsa da, işgale karşı savaşanlar kendilerini aynı şekilde geliştiriyor ve mağaraların yenilerini daha modern ve güçlü şekilde inşa etmeye devam ediyorlar. Hatta geçtiğimiz yıl yapılan seçimlerde, onca önlem alınmasına rağmen, ülkenin ancak 3’te birinde seçimler gerçekleştirilebilmiş, seçime yalnızca Kabil ve civar illerdeki adaylar girebilmişti.
Uydu görüntüleri, insansız hava araçları, akıllı bombalar ve son derece modern askeri cihaz ve silahlarla donatılan savaş uçaklarına rağmen, ABD ve koalisyon Taliban’ı bitirme hedefine ulaşamadı. ABD envanterindeki en büyük iki bombadan biri olan, “Tüm Bombaların Anası” diye nitelendirdikleri bir ton ağırlığındaki bombayı dahi Afganistan’da kullanan koalisyon güçleri, 1979 yılında Sovyetler Birliği’nin düştüğü hataya düştü. Dün SSCB hangi taktikleri kullandıysa bugün ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri de aynı taktikleri kullanıyor. Nihayetinde ABD ve koalisyon güçleri, istikrar ve güvenlik açısından Afganistan’da 18 yıldır mesafe alamadı. Koalisyon da şehir ve kasabaların fiziki kontrolü, iletişim güvenliği, hükümet güçlerinin eğitilip donatılması, terör merkezi olarak gördükleri yerlerin bombalanıp yok edilmesi, terörist saydıkları grupların halktan ayrıştırılması, dışarıdan gelecek yardım veya sığınma desteklerinin engellenmesi gibi, SSCB’nin kullandığı taktiklerin aynısını kullanıyor.
ABD Afganistan Özel Temsilcisi Zalmay Halilzad’ın girişimleriyle gündeme gelen ABD-Taliban görüşmeleriyle eş zamanlı olarak, Taliban’ın mevcut Afganistan hükümetini tanımayıp ABD’nin soğuk ilişkiler dönemine girdiği İran ve Pakistan’ı sürece dahil etmesi, ABD’nin Afganistan’daki varlığının komşu ülkeler için de bir tehdit olduğuna dikkat çekmesi bakımından ABD’nin işini zorlaştıracak gibi görünüyor.
Çin’le rekabetinden dolayı Afganistan’ın istihbarat, güvenlik ve askeri eğitimini 60 yıllık müttefiki Pakistan yerine Hindistan’a teslim eden ABD, Çin-Pakistan-Rusya ittifakı karşısında, ABD-Hindistan, Hindistan-İran ittifakının fiili olarak kurulmasını sağlamış oldu.
Afganistan’daki barış sürecinin kendi ekseninden çıkarak Rusya ve Pakistan’ın kontrolünde yürütülmesini istemeyen ABD, Taliban’la doğrudan görüşmelere başlayarak, ABD’den rol çalmak isteyen Rusya’nın önüne geçmeyi planlıyor. Nitekim geçtiğimiz yıl Ekim ayında yapılan Taliban görüşmesi sonuçsuz kalsa da, ABD’nin bu konuda elini çabuklaştırmasını sağlamıştı. “Barış görüşmeleri için ön şartımız ABD’nin bu ülkeden çıkmasıdır” sözünde direnen Taliban’ın, “ABD’nin Afganistan’daki sivillere yönelik saldırılarına sessiz kalmayacaklarını” söylemesi ve “Afganistan’daki ABD varlığının komşu ülkeler için de bir tehdit olduğu” tezini savunması, ABD’nin bütün çabalarına karşılık Rusya, Çin ve Pakistan ekseninde yer aldığını ortaya koymuştu.
2019 barış görüşmelerine güçlü girmek isteyen her iki taraf da kendisine üstünlük sağlayacak psikolojik bir savaşa girmiş durumdalar. Afganistan Savunma Bakanı, Taliban liderlerinin ve mali kaynaklarının yok edilmesi için günde ortalama 15 hava saldırısı düzenlendiğine işaretle, 2019’da Taliban’ın barış görüşmelerini kabul etmeye mecbur kılınacağını söylüyor. Buna karşılık Taliban’ın, 2018’de ülke genelinde 29 bölgede daha kontrolü ele geçirdiğini ve yıl içinde 10 bin 638 saldırıda 20 binden fazla hükümet ve koalisyon askerini öldürdüğünü iddia ettiğini, daha önce İran, Pakistan, Rusya ve diğer ülkelerle yapılan ancak gizli tutulan görüşmelerin yanında ABD ile temaslarını açıkça sürdürdüğünü dillendirerek diplomatik hareket üstünlüğünü izhar ettiğini görüyoruz.
Netice itibariyle, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri’nin Afganistan Özel Temsilcisi Tadamichi Yamamoto’nun 17 Aralık 2018’de Afganistan’daki savaşa müzakerelerle son verilme şansının son 17 yılda ilk kez bu kadar yüksek olduğunu ifade etmesine rağmen, Afganistan’daki barış süreci çok karmaşık ve ucunda ışık görünmeyen, uzun ve üstü kapalı bir süreçte ilerlemeye çalışıyor.
ABD’nin Afgan topraklarındaki varlığı devam ettiği müddetçe, Taliban ve Afgan halkının emrivakiler ve vaatlerle cihat etmekten vazgeçmeyeceğinin anlaşılması gerekiyor. Taliban’ın toplumdaki karşılığı göz ardı edilmesi, Pakistan’ın bu sürecin dışında tutulup Hindistan’ın sürece dahil edilmesi, 18 yıllık başarısızlığın temel sebebi olarak değerlendiriliyor. Afgan çocuklarının mayın ve ölümün üzerine yürüyüşleri neredeyse 40 yıldır devam ediyor. 18 yıllık son ABD işgalini, bu çocukların acısına merhem olmak yerine açlık, sefalet ve eğitimsizlikle ülke geleceğinin daha da karartılmasına sebep olarak gören dünün çocuklarının, bugünün babalarının, artık ülkelerinde tek bir yabancı asker görmeye tahammülleri yok.
Afganistan’da istikrar ve barışın önünü açacak yerel güçlerin liderliğinde adımlar atılmadan ve sahaya hakim olamayan yabancı işgal süreci devam ettiği müddetçe, ülkesinde iş alanı bulamayan babalar ve oğulları, ailelerinin geleceği için, kutsal bir mücadele anlayışıyla, hiç düşünmeden, kararlılıkla, düzenli maaş alabilecekleri silahlı grupların işçisi olmaya devam edecektir.
Dolayısıyla, etnik ve siyasi kavganın had safhaya yükseldiği bir dönemde, ABD’nin koruması altında çalışan bir Afganistan hükümetini tanımayan Taliban’ın ve onu benimseyen Afgan halkının güçlü ve bağımsız yerel inisiyatifine sahip olmadan, ülkede istikrar ve barışın sağlanması çok zor görünüyor.