Dünyada İslam karşıtı duyguların Batı dışında en güçlü olduğu bölge belki de Güneydoğu Asya bölgesi. Buradaki öfke birikiminin kullanılması için belli ki Sri Lanka seçildi. Bu ve benzeri terör eylemleri bölgede Myanmar ordusunun şiddet eylemlerine meşruiyet kazandırmaktadır. Bu açıdan bölgedeki güncel sosyo-politik ve duygusal dinamikler, yeni bir radikal İslam furyası başlatmada kritik rol oynayabilir.
21 Nisan’da Sri Lanka yerel saatiyle 08:45’te meydana gelen patlamalar tüm dünyada yeni bir şok etkisi ortaya çıkardı. Hıristiyanlar için kutsal kabul edilen Paskalya gününe denk getirilen bombalı saldırılar, ayinlerin düzenlendiği Kochchikade kentindeki St. Anthony’s, Katana’daki St. Sebastian ve Batticaloa’daki Meryem Ana kiliseleri ile başkent Kolombo’daki beş yıldızlı Shangri-La, Cinnamon Grand ve Kingsbury otellerinde gerçekleştirildi. Bu saldırıların ardından başkent Kolombo’nun banliyöleri Dehiwala’daki konukevi yakınında ve Dematogoda da üst geçit yakınında patlamaların devam etmesi ise organizasyonun ne kadar koordine bir şekilde yapıldığını gözler önüne serdi. Sri Lanka, iç savaşın sona erdiği 2009 yılından bu yana yaşanan en trajik şiddet olayıyla karşı karşıyaydı. Ayrıca Yeni Zelanda’daki Müslümanlar üzerine uygulanan cami katliamı sonrası ortaya çıkan terör dalgasının devamı olup olmadığı yönünde büyük bir tartışma başlamıştı.
Tarihsel süreç
Sri Lanka kendi tarihsel geçmişi içerisinde uzun bir çatışma tarihine sahipti. Kendi etnik grupları arasında yaşanan çatışmalardan, çoğunlukta bulunan Budist radikal grupların azınlıktaki inançlar üzerine uyguladığı zulümlere kadar geniş bir şiddet repertuarı bulunmaktaydı. Ancak bombalı saldırıların yöntemi, Sri Lanka’da şiddet potansiyeli bulunan grupların kapasitesini fazlasıyla aşıyor ve uluslararası bir ağ desteğini gerektiren bir terör eylemi olduğunu belli ediyordu. Nitekim saldırılardan iki gün sonra Sri Lanka yönetimi, Ulusal Tevhid Cemaati adında ülkede daha önce eylemde bulunmuş radikal Selefi bir grubu işaret ediyordu. Sri Lanka yönetimine göre, bu radikal grup, dışarıdan bir destekle eylemlerini gerçekleştirmiş, daha önce Kolombo Polis Şefi’nin vermiş olduğu istihbarata rağmen, devlet organizasyonu terörü önlemede başarısız olmuştu. Ancak ülkenin ve dünyanın en önemli gündemi belki de söz konusu terör eylemiyken, ABD ve Sri Lanka yönetiminin, Çin kontrolünde bulunan ülkedeki Hambantota Limanı yakınlarında bir askeri deniz tatbikatı yapması akıllarda soru işareti doğurmuştu. Öyle ki tatbikat, Sri Lanka yönetiminin faillerin kimler olduğunu henüz açıklamadığı ve tüm dünyanın bu sorunun cevabını beklerken yapılmıştı. Bu durum da saldırıların, sadece bölgenin en stratejik konumlarından birine sahip olan Sri Lanka ile ilgili değil, jeopolitik anlamda yeni tahayyül ettirilen Hint-Pasifik coğrafyasındaki ABD-Çin çekişmesinin bir parçası olabileceği gerçeğini hatırlatmıştı.
Küresel terör
Bu sebeple klasik küresel terör olaylarından belli yönleriyle büyük bir farklılık arz eden Sri Lanka patlamalarını daha iyi kavrayabilmek için Sri Lanka iç dinamiklerinden ülkenin son yıllarda yaşamış olduğu iç politik krizlere ve de ABD-Çin çekişmesinin merkezinde bulunduğu jeopolitik rekabet ve dönüşümlere bakmak konunun daha iyi anlaşılabilmesi için büyük bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır.
Ülkede 21 Nisan sabahı gerçekleşen patlamaların hemen akabinde saldırıların failleriyle ilgili büyük bir dezenformasyon kampanyası ortaya çıktı. Bunun en temel sebebi ise ülke sosyo-politik yapısının tam olarak bilinmemesinden kaynaklanan bilgi kirliliğiydi. Dolayısıyla her şeyden önce Sri Lanka sosyolojisinin masaya yatırılması gerekmektedir. Bu açıdan Sri Lanka toplumuna bakıldığında, ülkenin etno-dini bir kompleks olduğunun altı çizilerek başlanmalıdır. Nüfusu 20-22 milyon arasında olan ülkenin en büyük grubu ise Sinhalalar olarak göze çarpmaktadır. Bu etnik grup, ülkenin yüzde 74’lük kesimini teşkil ederek çoğunluğu oluşturmaktayken; yüzde 99’unun Budist olup Sinhala dilini konuştuğunu da eklemek gerekmektedir. Öyle ki geçtiğimiz yıllar içerisinde azınlıklar üzerine yoğun bir şiddet kampanyasını teşvik eden radikal Budist rahipler, bu grubun içerisinde yer almaktadır. Ülkenin ikinci en büyük grubu ise Sinhalalarla 2009’a kadar bir iç savaşın içerisinde bulunan Tamiller’dir. Bu grubun yüzde 12.6’sı Sri Lanka Tamilleri’nden oluşmaktayken; yüzde 5.6’sı ise Hint Tamilleri’nden oluşmaktadır. Tamil dilini konuşan bu grubun çoğunluğu Hindu iken, ülkede yaşamaya devam eden azınlık durumundaki Hıristiyanlar (çoğu Katolik) da bu grubun içerisinden çıkmıştır. Sinhala ve Tamil etnik gruplarının ardından ülkenin üçüncü en büyük nüfusu ise Müslümanlardan oluşmaktadır. Yüzde 7’lik bir kesime karşılık gelen Müslümanlar, Tamil dilini konuşmalarına rağmen, kendilerini bir Tamil hissetmezler. Müslümanların iki büyük etnik grubun dışında kendilerini konumlandırmaları ise, kendilerini ülkenin ötekisi pozisyonuna itmiştir. Bir taraftan ötekileştirilmişler, bir taraftan da güçlü Müslüman kimliği geliştirmişlerdir.
Sri Lanka çatışma tarihi
Sri Lanka iç savaşı, sadece ülke tarihinin bugüne kadar ki en önemli olayı değil, çatışma literatürü için de dünyanın en fazla atıf yapılan örneklerinden biridir. 23 Temmuz 1983’te başlayan iç savaş, 26 yıllık bir süre zarfında devam ederek 2009 yılında nihayete emiştir. Sinhala ve Tamil etnik grupları arasında yaşanan iç savaştan bu yana, şiddet daha çok Sinhala Budist topluluğu radikallerinin Müslüman ve Hıristiyan azınlıkları hedef alma girişimlerine dönüşmüştür. Nasıl Myanmar’da radikal Mabatha hareketi Budistleri Müslümanlara karşı şiddeti hareket geçirmişse, Sri Lanka’da da özellikle “Bodu Bala Sena” olarak bilinen hareket de birçok defa Müslümanlar başta olmak üzere azınlık grupları hedef almıştı. Sri Lanka’daki Budistlerin, Myanmar’dan daha radikal olmasını sağlayan gelişme ise, özellikle 1990’lı yıllardan bu yana Müslüman grupların başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleri tarafından finanse dilip radikalleştirilmeleriydi. Sınırlı bir radikalleşme olmuş olsa da, bu durum Müslümanların hedef alabilmek için bir bahane olarak kullanılıyordu. Diğer yandan 21 Nisan patlamalarında çok yakın bir zaman önce, Budist radikaller 31 Mart ve 14 Nisan tarihlerinde ülkedeki Anuradpura Kilisesi’ne saldırı düzenlemişlerdi. Yani 21 Nisan saldırıları aslında geliyorum demişti.
Güney Asya’nın Kıbrıs’ı olarak bir benzetmede bulunabileceğimiz Sri Lanka’nın jeopolitik ve jeostratejik konumu öylesine önem arz etmektedir ki, Hürmüz’den Malaka Boğazı’na, Kızıl Deniz’den Güney Çin Denizi’ne kadar Sri Lanka’ya uğramadan geçilememektedir. Hal böyle olunca küresel siyaset için de büyük önem arz eden Sri Lanka, ABD ve Çin rekabeti çerçevesinde yeniden şekillenen jeopolitik oyunun en önemli parçalarından biri olarak görülmüştür. Çin yeni İpek Yolu projesinin en önemli ayaklarından birinin Güney Asya bölgesi olduğunu düşündüğü için sadece Sri Lanka’ya değil, Pakistan’dan Nepal’e Afganistan’dan Bangladeş’e kadar birçok ülke ile stratejik ilişkiler kurma çabasına girmiştir. Aynı şekilde projenin deniz yolu ayağı için ise Güney Çin Denizi ülkeleriyle benzer bir ilişki ağı kurmayı denemiştir. Çin’in bu aktif dış politikası ABD’yi doğal olarak rahatsız etmişken; Obama döneminde devreye sokulan “Çin’i Yeniden Dengeleme” stratejisi, Trump döneminde de yeni Hint-Pasifik jeopolitik açılımıyla devam ettirilmiştir. Sri Lanka ise ister bir Güney Asya ülkesi olarak karadan ister bir okyanus ülkesi olarak sulardan tüm stratejilerin merkezin kalan bir ülke konumunda yer almıştır. Hatta son dönemlerde Sri Lanka’da özellikle Başbakan Wickremasinghe liderliğinde ülkenin artık bir Hint-Pasifik ülkesi olarak kendisini yeniden yapılandırması sadece stratejik olarak değil, ideolojik ve kimliksel açıdan da yönünü ABD’ye döndüğü kanaatini uyandırmıştır. Bir taraftan ABD’nin ekonomik baskıları, diğer taraftan Çin’in borç diplomasisi ülkeyi hem yukarıda tartışıldığı gibi iç siyasi krizlere sokmuş hem ülkenin dış politika alanında bir karar vermeye zorlamıştır. Nitekim son dönemlere kadar daha çok denge siyaseti takip etmeye çalışmış olmasına rağmen, ABD ve Hindistan gibi ülkelerle imzalanan askeri tatbikat ortaklıkları Sri Lanka yönetiminin tercihini ABD’den yana kullandığını ortaya koymuştur.
Askeri deniz tatbikatı
Gerek Sri Lanka yönetiminin failler ile ilgili muğlak açıklamaları gerekse de DEAŞ’ın sorumluluğu üstlenmesine rağmen devam eden şüphecilik aslında saldırıların gerçek sebebinin başka yerde yattığına dair güçlü bir kanaati teşkil etmiştir. Nitekim saldırıların gerçekleşmesinin ikinci gününde tüm uluslararası toplum faillerle ilgili açıklama beklerken, ABD ve Sri Lanka yönetimlerinin Çin kontrolünde bulunan Hambantota Limanı yakınlarında askeri tatbikat yaptıklarını açıklamaları aslında Çin’e verilen bir mesajdı ve adeta sorumluluğu Çin’in üzerine yıkmak olarak yorumlanmıştı. Öyle ki ülkenin iç savaştan bu yana yaşadığı en büyük güvenlik probleminin temel gündem olduğu bir anda, en büyük güvenlik tehdidinin Çin olduğu ilan ediliyordu. ABD-Sri Lanka Deniz Tatbikatı’nın yanında, başta Hindistan olmak üzere ABD’nin müttefiki konumunda bulunan Bangladeş ve Maldivler gibi ülkelerin bir anda radar gemilerini faaliyete sokarak güvenlik önlemlerini en üst seviyeye çıkarmaları ise Sri Lanka patlamalarının Çin’e karşı başlatılan yeni karşı koymanın işaret fişeği olduğu anlamına geliyordu. Ayrıca patlamalar sonrası ülkede Anayasa değişikliği tartışmalarının da başlaması manidar bulunmuştur. Anayasa değişikliğiyle siyasal sistemin ülke içerisindeki ABD yanlısı tarafların lehine dönüştürüleceği iddia edilmekteyken; Cumhurbaşkanı Sirisena’nın üst düzey tüm güvenlik kadrolarını değiştirileceğini açıklaması ise ülkedeki güvenlik paradigmasının da yeniden ele alınacağını göstermiştir. Özellikle patlamalar sonrası tartışılmaya başlanılan güvenlik adına özel kuvvetlerin takviye edilmesi tartışması, bu kuvvetleri kimin sağlayacağı noktasında bir muğlaklığı içermekteyken, ABD’nin ülkede meşru yollarla kontrolü sağlama girişimi şeklinde de yorumlanabilmiştir.
Küresel siyasetin geleceği
21 Nisan’da Sri Lanka’da gerçekleşen bombalama saldırıları genel olarak “Üçüncü Taraf Terörizmi” olarak yeni bir kavramla açıklanmaya çalışılmıştır. Bu kavramla, terörizmin faillerinin, kurbanlarının ya da her ikisinin birden saldırıların gerçekleştiği ülke siyasetiyle bir ilgisinin olmadığı durumlar kastedilmiştir. Gerçekten de Budist radikallerin Müslümanlara karşı büyük baskı uyguladığı bir siyasal iklimde, baskıya uğrayan grubun benzer bir şiddet altında hayatına devam eden Hıristiyanlar üzerine eylem organize etmesi her şeyden önce rasyonelliğe aykırı bir durum olarak görünmektedir. Diğer yandan radikal Selefi grupların, Hıristiyan azınlıklara şiddet uyguladığı bir fotoğraf, Sri Lanka özelinde bir anlam ifade etmese bile, değişen jeopolitik kaymalar açısından büyük bir anlam içeriyor olabilir. Batı kontrolündeki radikal grupların çeşitli coğrafyalarda terör eylemi gerçekleştirmiş olmaları yeni bir durum olarak değerlendirilmeyebilir. Ancak bugüne kadar ABD-Çin rekabetinin kaybedeni ya da bu rekabetin kurbanı Myanmar’dan Uygur bölgesine, Keşmir’den Yeni Zelanda olaylarına kadar görülebileceği gibi daima Müslümanlar olagelmişti. İlk defa bu rekabetten doğrudan yara alan grup Hıristiyanlar olmuştur. Bu durum oldukça büyük bir tartışma konusu olmuşken, Batı dünyasında Hıristiyanlığın saldırı altında olup olmadığının tartışılıyor olması önemli bir kriter olabilir.
Diğer yandan Sri Lanka ile ilişkili olarak, ülkede patlamalarla birlikte etnik ve dini yaralar yeniden kaşınmış oldu. Sri Lanka yönetimi güvenlik önlemlerinin yanında, ülkedeki sosyal sermayeyi güçlendirecek kurumsal dizayn çalışmaları yapmayı başaramaz ise yakın zamanda ülkeden benzer şiddet haberleri gelebilir. Ancak altı çizilmesi gereken konu, bundan sonraki küresel siyasal tartışmalarda sosyal sermaye kadar, “duygusal sermaye” tartışmalarına da şahit olacağımızdır. Dünyada İslam karşıtı duyguların Batı dışında en güçlü olduğu bölge belki de Güney ve Güneydoğu Asya bölgesiydi. Buradaki öfke birikiminin kullanılması için belli ki Sri Lanka seçilmişti. Nasıl Arakanlılara yönelik askeri şiddet radikal Selefi gruplar için bir duygusal sermaye sağlıyorsa, bu grupların organize ettiği terör eylemleri de bölgede Myanmar ordusunun şiddet eylemlerine meşruiyet kazandırmaktadır. Bu açıdan bu bölgedeki güncel sosyo-politik ve duygusal dinamikler, yeni bir radikal İslam furyası başlatmada kritik rol oynayabilir. Bu açıdan Sri Lanka’daki Müslümanların yalnız bırakılmaması gerektiği kadar, İslam dünyasının radikal Selefi grupların ötesinde kurumsal olarak temsil edilmesini sağlayacak adımların atılması gerekmektedir.