17 Aralık sonrası gün yüzüne çıkan paralel yapı ve bu yapının yansıttığı ahlaki durum hakkında basında çok şeyler yazıldı. Şahsen o günden bugüne, gerek yurt içinde gerekse yurt dışında, özellikle cemaatin sahada hizmet eden gönül erlerinin yapının bu mizacından vareste tutulması gerektiğini düşünmüşümdür ve halâ da birçoğu hakkındaki bu hüsn-i zannımı muhafaza ediyorum. Ancak bu hiyerarşi içinde abi denilen öyle kimseler var ki bunların o ana yapıdaki ahlaki çöküşten büyük oranda etkilendiğini yaşadığım acı bir örnekle görmüş oldum. Şöyle ki:
Yukarıda bahsi geçen ilkyazımdan sonra Gülen (hizmet) hareketinin Pakistan üst kadrosundan bir kişi beni arayarak bu yazımın kendilerini çok üzüp hayal kırıklığına uğrattığını ifade etti ve uzun bir konuşmadan sonra birbirimizi iyi tanıyamamışız diyerek telefonu kapattı. Ertesi gün bir başka abi görüşme talebiyle evimi teşrif etti. Hemen hemen aynı ifadelerle çok üzüldüklerini, benden böyle bir şey ummadıklarını ve Pakistan genelindeki mensuplarının şahsım hakkında artık iyi düşünmeyeceklerini ifade etti. Ben de kendilerine yanlarında çalışan ve Türkiye’nin gerçeklerinden habersiz Pakistanlı birine Gülen hareketine ait medyanın argümanlarını kullanarak böyle bir yazıyı yazdırmalarının doğru olup olmadığını sordum. Tabi hemen o zatın bu işi kendi inisiyatifi ile yaptığını ve yazının içeriğinde de zaten Türkiye’nin itibarını zedeleyecek bir şey olmadığını ifade ederek işin içinde olmadıklarını söylemeye çalıştı. Ben de cemaatin yapısını kısmen bilen bir kişi olarak buna kimsenin inanmayacağını söyledim. Ülkemizin itibarını zedeleyecek ve iki ülke arasındaki her türden ilişkiye zarar verebilecek böylesi işlerden özellikle bu dönmede kaçınılması gerektiğini vurguladım. Resmi gayri resmi, yurt dışında bulunan her Türkün Türkiye’yi temsil eden bir konumu olduğunu ifade ettim. Buna rağmen bu işte kendilerinin bir payı olmadığını tekrar dile getirdiler ve arkasından yüzüme karşı “böyle bir yazıyı hükümetten bir karşılık beklediğin için kaleme aldığını düşünüyoruz” şeklinde bir ithamda bulundu. Bu söz bahsi geçen paralel yapının o mezmum mizacına/ahlakına uygun idi ve nitekim ben de böyle bir itham ile karşıma çıkacaklarına yönelik hissiyatımı dile getirdim. Artık konuşmanın insaf dairesinde devam etmesi mümkün değildi ve ayrıldık.
Müslüman olarak hüsn-i zan beslediğim kişilerin bu insafsızca ithamlarına şahsen maruz kalmak benim için acı bir tecrübe idi. Takdiri sizlere bırakıyorum. Şimdi gelelim başlıkta bahsi geçen konulara:
Özellikle 17 Aralık ile başlayan süreçte Pakistan basınında Türkiye aleyhinde çıkan yazılara daha önce değinmiştim. Bu bağlamda Pakistan basınında çıkan ve şahsen mütalaa ettiğim yazılar Müslüman Pakistan halkının Türkiye’deki gelişmelere bigâne kalmadığını, gelişmelere tek pencereden bakmadığını ve meselenin aslına ne ölçüde vakıf olduğunu göstermesi açısından manidardır. Bu sadece manidar olmakla kalmayıp dini duyguları kabarık ve hizipleşmenin de çok olduğu tepkisel Pakistan toplumunda bazı riskleri de ihtiva etmektedir. Bu açıdan buradan itibaren aktaracaklarım aslında Gülen hareketinin sahada hizmet eden gönül erlerine bir nasihat, bir tavsiye ve de bir uyarı niteliğindedir.
Karaçi’den yayınlanan DARB-I MU’MİN isimli haftalık gazetenin 27 Aralık 2013 – 16 Ocak 2014 tarihleri arası çıkan üç baskısında yazar Müftü Ebu Lübabe Şah Mansur “Cyrus Hamlin’den Fethullah Gülen’e” – “Türkiye’de Hükümet Karşıtı Hareketin Analizi” ve son olarak “Sen de mi Bürütüs” başlığıyla da çevrilebilecek yazı dizisinde Gülen hareketi tarafından Pakistan genelinde işletilen Pak-Türk Koleji ile ilgili şüphelerini dile getirirken özetle şunları yazar. “Türkiye’deki Amerikan büyükelçisi “şimdi imparatorluğun çöküşünü izleyeceğiz” dedikten üç gün sonra Tayyib Erdoğan Hükümetine karşı 17 Aralık operasyonu gerçekleşti. Çoğunluğunu Gülen gurubuna bağlı okullarda yetişmiş kişilerin oluşturduğu Türk yargısı tarihinin en hızlı soruşturmasını başlatarak Fethullah Gülen’in Amerika ve İsrail ile olan ilişkilerine dair korku ve endişelerin yersiz olmadığını ispatlamış oldu. Amerikalı ve İsrailli dostlarının kışkırtmasıyla Türk hükümetini sırtından hançerlemeye çalışan Fethullah Gülen’in eğitim ve ahlak hareketinin nerelere kadar uzandığını ve bugüne kadar hangi sermaye ile hangi amaçlara hizmet ettiğini Tayyip Erdoğan içinde bulunduğu sıkıntılı duruma rağmen bütün dünyaya anlattı. Ben bundan önceki yazımda sebepsiz yere kargaşaya sebep olmasın diye Gülen gurubu ve Pak-Türk Kolejlerinin yeşil örtüsü arkasındaki gizli maşuku açığa çıkarmamaya büyük gayret gösterdim. Ancak şimdi açıkça ortaya çıktığı için Pak-Türk Kolejini ve onu işletenleri halka tanıtmak kaçınılmaz oldu. Sıradan Pakistanlılar Türkler tarafından işletilen her kurumun Tayyib Erdoğan’a bağlı olduğunu ve bizzat onun zihniyetini temsil ettiğini sanıyorlar. Gerçek şu ki seküler ve Amerikancı hatta çekinmeden söylemek gerekirse Siyonizm sempatizanı ve İsrail’in gözbebeği bir hareket olan bu Gülen hareketinin Siyonizm’in amaçlarını tekmil için Türkiye içinde ve dışında açtığı kurumların tek amacı 7 Şubat 2012 Türkiye’sinde ortaya çıkan amaçtır… ve gelecekte herhangi bir vakitte bizim ülkemizde de böyle olabilir…”
Yazar devamla şunları da yazar:
“Belli bir kesim tarafından iktidarın kontrolünü eline alma çabası ülkemiz Pakistan’da da bir süredir yürütülmektedir ve Pak-Türk kolejlerine açık izin verilmiştir. Halkımız bunları Müslüman Türk kardeşler olarak görüp çocuklarını bu okullara göndermeye devam ederse gelecekte bir kurumda memur olacak Siyonizm sempatizanı bu öğrenciler bugünlerde Türk yargısının yasaları çiğneyerek giriştiği hükümeti dizayn etme çabalarının aynısını burada da yapabilirler. Büyük rakamlarla eğitim alan bu nesil Allah rızası için değil emperyalizm sempatizanı olarak yetişmektedir…”
Toplum yapısı kısmen kapalı ve dindar olan Pakistan’da din adamlarının büyük etkiye sahip olduğunu bilmeyen yoktur. Bu bağlamda Müftü Ebu Lübabe Şah Mansur’un kaleminden çıkan bu ağır ifadelerin yaratacağı olumsuz etkiyi düşünmek bile istemem. Yukarıda geçen ağır ifadeler her ne kadar sadece Gülen hareketine ve ona bağlı olarak Pakistan’da faaliyet yürüten insanlara ve kurumlara yönelik olsa da her Türk vatandaşı bu ifadelerden acı duymalıdır diye düşünüyorum. Bize bu acıyı yaşatanların ise iki kat duyması kaydıyla. Pakistan’da Türklere gösterilen sevgi, saygı ve edilen itibarın bir misalini daha dünyanın başka bir ülkesinde bulmak mümkün değildir. Şimdi Gülen hareketi mensupları önce elleriyle kendilerini ne duruma düşürdüklerini, sonra da etkileşimli olarak her Türk vatandaşını Pakistan halkı nazarında ne duruma düşürdüklerini ciddi bir şekilde düşünmelidirler. Sadece Türkiye’de olsa, dersin ki kol kırılır yen içinde kalır. Acaba bu paralel yapıya hizmet eden kişiler Pakistan gurbetinde rızıklarını temin için çaba sarf eden onca hizmet erini nasıl bir tehlikeye attıklarını hiç düşünüyorlar mı? Ya da bu tehlike için bir tedbirleri var mı? Yoksa onlar mukadder yenilgiyi savuşturmak şöyle dursun bu hengâmede kendi paçalarını kurtarmak adına bizzat cemaatin masum ana kitlesini harcamayı göze mi aldılar?
“İnsanların elleriyle yapıp kazandıkları (şeyler neticesinde) karada ve denizde fesat çıktı. Bu şekilde Allah belki vazgeçip dönerler diye insanlara bazı amellerinin kötü neticelerini gösterir (30/41).
…hükm-i ilahisinden ders alıp bu vartayı atlatmak istiyorsak o masum ana kitleye bir nasihatim olacak. Gelin içeride ve dışarıda o paralel yapılanmayı toptan reddeden bir bildiri yayınlayın ve eğer Bediuzzaman Said Nursi geleneğinden gelip de sizi kabul edecek bir kol varsa onlardan birine tabi olduğunuzu ilan ederek tarihe geçin.
Son bir not olarak; Pak-Türk Kolejleri tarafından her yıl düzenlenen kutlu doğum haftası etkinliklerine bu yıl beklentinin çok altında bir katılımın olduğu söylentiler arasında. Bu durum Pakistan’da Gülen hareketine mensup kişi ve kurumlara karşı ön yargının yavaş yavaş oluşmaya başladığının bir göstergesi olarak alınabilir mi bunu zaman gösterecek. 25/01/2014