Sri Lanka’da Müslümanlara yönelik şiddet

Paylaş

Sri Lanka jeopolitik konumu nedeniyle ABD ve Çin’in bölgesel rekabeti çerçevesinde sürekli bir dış etkiye maruz kalır. 21 Nisan sonrasında, Çin’in başta Hambantota Limanı olmak üzere ülkede artan etkisine karşı bir cevap olarak ABD, Wickremasinghe hükümetiyle askeri deniz tatbikatı gerçekleşmiştir. 13 Mayıs sonrası süreçte de söz konusu rekabetin etkileri görülmektedir.

21 Nisan Paskalya kutlamalarında gerçekleştirilen bombalamalar henüz sıcaklığını yitirmemişken, Müslüman grupların 13 Mayıs Pazartesi günü radikal Budist çetelerce saldırıya uğraması Sri Lanka’da yeni bir sosyo-politik krizi ortaya çıkardı. Son dönemlerde Müslümanlar üzerine yoğunlaşan Sinhala etnik grubu mensubu olan radikal Budist çetelerin saldırıları, bu sefer çoğunlukla Kuliyapitya ve Minuwangoda bölgelerinden rapor edildi. Paskalya saldırılarını düzenleyen DEAŞ destekli radikal Selefi gruplara misilleme motivasyonuna sahip olan saldırılarda, Budist çeteler Minuwangoda’da yaklaşık 41 mağazanın tahrip olduğu ağır bir yıkıma yol açtılar. Bunun dışında, Minuwangoda Jumma Camii ile birlikte Müslümanların sahip olduğu dört ev ve dört araç kullanılamaz hale gelirken; bir Müslüman iş adamı da saldırılar sonucu hayatını kaybetti. Motosikletlerle ve ellerindeki sopa ve palalarla saldıran çeteler, sadece dükkân ve evleri tahrip etmemişler, aynı zamanda yağmalama şeklinde soygun girişiminde de bulunmuşlardı.

Ortaya çıkan yeni fay hatları                                                                                      Sri Lanka Polisi ise şuana kadar Müslümanlara karşı şiddeti teşvik ettikleri için 78 kişiyi tutukladı. Ancak Müslüman sakinlerin ifadeleri, saldırılarda sadece aşırılık yanlısı grupların terör davranışın değil, bir takım siyasal hedeflerin de bulunduğunu gösteriyordu. Öyle ki saldırı sonrası ortaya çıkan kamera görüntüleri, saldırı esnasında güvenlik güçlerinin kalabalıkları dağıtma konusunda nasıl eylemsiz kaldıklarını ortaya koyuyordu. Diğer yandan ülkenin en önde gelen politikacılarının bile radikal gruplara nasıl yön verdiği yine kayıtlara yakalanmıştı. Tüm bunlar da saldırıların, ülkenin kaderinin belirleneceği seçimler öncesinde devreye sokulan bir siyasal mühendislik ürünü olabileceğini akıllara getirmişti. Sri Lanka zaten Büyük Güçler’in jeopolitik rekabetlerine en fazla ev sahipliği yapan Hint-Pasifik’teki ülkelerin başında geliyordu. 21 Nisan bombalamaları sonrası ise gerek iç siyasal mühendisliğe gerekse de dış etkiye daha fazla müsait bir sosyo-politik yapı ortaya çıkmıştı. Bu açıdan Müslümanlara yönelik saldırılar sonrasında da en fazla tartışılan konular arasında ülkede yükselen iç çatışma ihtimalleri, bu sinyallere karşılık güvenlik güçlerinin kapasite sorunu, siyaset kurumuna olan güvensizlik ve devam eden dış müdahaleler yer almaktadır.
21 Nisan’da gerçekleştirilen Paskalya kutlamalarındaki bombalamaların zaten şiddetli bir çatışma tarihine sahip ülkenin ırksal ve etnik fay hatlarını harekete geçireceği daha ilk günden tahmin edilmişti. Bu açıdan bombalamalar sonrası yaşanan sosyo-politik gelişmelerin sürekli olarak gerginliği arttırdığı söylenebilir. Öyle ki Sri Lanka Ordusu elitleri her fırsatta ülkenin radikal Selefi gruplar tarafından daha fazla tehdit altında olduğunu deklare ederlerken; Maldivler’de de yakalanan DEAŞ mensupları sonrası bölgenin daha fazla radikalleşme tahdidi altında olduğunu ve teröre karşı ortak mücadele güdülmesi gerektiği söylemini güçlendirmişti. Akabinde 21 Nisan bombalamalarının baş sorumlusu kabul edilen Zehran Haşim’in Hindistan’da Keşmir’den Kerala ve Tamil Nadu’ya kadar dolaşarak insan kaynaklarını örgütlemeye çalıştığını ortaya çıkması tüm bölge ülkelerini başta deniz yolları olmak üzere üst düzey güvenlik önlemleri almaya itmişti. Sri Lanka yönetimi, başta Ulusal Tevhid Cemaati olmak üzere ilgili üç örgütü yasaklarken; Hindistan ise Tamil Elam Özgürlük Kaplanları oluşumunu bile yasaklamıştı. Suriye sonrası ülkeden dağılan DEAŞ mensupları artık en büyük tehlikeyken; teröre yardımda bulunabilecek tüm gruplara önleyici politikalar geliştirilmeliydi.

Söz konusu güvenlik politikaları ise Sri Lanka’da daha derin yaralar açtı ve toplumsal birliktelik anlayışının aksine tüm grupların kendi içlerine kapanarak iç dayanışma kabiliyetlerini geliştirmelerine neden oldu. Örneğin saldırılarda hemen önce ülkedeki Müslüman liderler, 21 Nisan sonrası kendilerinin hedefte olduğunu ve Müslümanlara yönelik saldırı endişelerini dile getirmişlerdi. Yine saldırıların hemen akabinde Tamil Ulusal İttifakı’nın saldırıları kınayarak yaptıkları açıklamalarda, hükümetin ve güvenlik güçlerinin azınlık grupları korumadaki isteksizliğinin tüm grupları doğal olarak kendi kendilerini korumaya iteceğini dile getiriyorlardı. Hatta Kuzeydoğu Tamilleri ve Malaya Tamilleri artık dayanışma içerisinde hareket ediyordu. Bu durum da 21 Nisan’ın sadece Müslümanları değil, ülkedeki diğer azınlık gruplarının da korkularını mobilize ettiğini gösteriyordu.
Müslümanlara yönelik saldırıların gerçekleştiği 13 Mayıs öğleden sonrası, meselenin bütünüyle tahlil edilememiş olması sebebiyle ilk etapta güvenlik koordinasyonunun zafiyeti sorgulanmaya çalışılmıştır. Güvenlik zafiyeti zaten 21 Nisan teröründe ortaya çıkmıştı ve ülke güvenlik birimleri yerel radikal gruplara sağlanan dış desteğin önüne geçememişti. Şimdi ise aradan bir ay gibi bir süre geçmesine rağmen, en büyük beklenti olan etnik grup çatışmalarının önüne geçebilmek adına planlama dahi yapılmadığı iddia ediliyordu. Bunun üzerine bir de Müslüman sakinlerin saldırıların her şeye rağmen önüne geçilebileceğini, ancak haber verilmesine rağmen güvenlik güçlerinin doğru yer ve doğru zamanda olamamalarından dolayı önlenemediğini iddia etmeleri akılları daha fazla karıştırdı. Daha fazla sorgulanması gereken iddia ise, saldırıların zaten güvenlik güçlerinin yakın olduğu yerlerde organize edilmesiydi. Bu bölgelerde özellikle polisler, saldırıları sadece izlemiş ya da saldırgan kalabalıkları durdurmak adına çok az şey yapmıştı. Son olarak saldırı sonrası ortaya çıkan güvenlik güçlerinin saldırganlara yaptığı yardım görüntüleri, Ordu tarafından reddedilmiş olsa da sonucunun tüm halk tarafından merakla beklenen en önemli soruşturmaya karşılık geldiğinin altı çizilmelidir.

Yükselen siyasal güvensizlik
Saldırıların şiddetinin en üst seviyeye çıktığı 13 Mayıs günü, hükümet derhal bilgi kirliliğini önleme adına sosyal medyayı kapatmış, ülke genelinde sokağa çıkma yasağı ilan etmiş ve polise saldırganları durdurma konusunda maksimum güç yetkisi vermişti. Güvenliğin tamamen sağlandığı da 15 Mayıs’ta hükümet tarafından açıklandı. Ancak başta Müslümanlar olmak üzere ülkede bulunan tüm gruplar tarafından saldırılarla ilgili bir ikna olamama süreci devam etmektedir. Öyle ki radikal Sinhala milliyetçisi gruplar, en az iki otobüs aracılığıyla bir şehirden diğerine organize bir şekilde taşınmıştı. Bu durum saldırıların planlı bir şekilde gerçekleştirildiğini göstermekteyken, müdahaledeki gecikme ve başarısızlık olayların arkasında siyasal bir hesabın olduğunu düşündürmüştür. Ülke zaten bu yıl içerisinde bir Anayasal Kriz yaşamıştı. Cumhurbaşkanı Maitripala Sirisena’nın Başbakan Ranil Wickremasinghe hükümetini Anayasa’ya aykırı bir şekilde düşürerek Mahinda Rajapaksa’yı Başbakan olarak atadığı bu kriz esnasında, Sri Lanka halkı politikacıların siyasal kurumları kendi çıkarları için nasıl kullandıklarını görmüştü. Bu açıdan zaten mevcut olan siyasal güvensizlik, Müslümanlara yönelik saldırılarla daha fazla yükselmişti. Hükümet ise saldırıların arkasındaki grubun politik bir amaç taşıdığını kabul etmiş ve Anayasal Kriz esnasındaki kutuplaşmanın devam ettiğini iddia etmiştir. Nitekim Kamu Yönetimi Bakanı Ranjith Madduma Bandara, saldırıların hükümetin imajını zedelemek ve güvenlik krizini yönetemediğini göstermek için organize edildiğini dile getirmiştir. Hükümeti destekleyen ve siyasal güvensizliği daha da körükleyen gelişme ise, kamera görüntülerinde Sri Lanka Özgürlük Partisi Genel Sekreteri Dayasiri Jayasekara’nın polislere müdahale ettiği ve kitleleri şiddete yönlendirdiğinin tespit edilmesi olmuştur. Söz konusu parti, Cumhurbaşkanı Sirisena’nın partisiydi ve olayların başından bu yana hiçbir açıklama yapmayan Sirisena’nın Genel Sekreteri suçüstü yakalanmıştı.

Bölünmüş yönetim sorunu
Sri Lanka sahip olduğu jeopolitik konumu nedeniyle ABD ve Çin’in bölgesel rekabeti çerçevesinde sürekli bir dış etkiye maruz kalan bir deneyimin takip edilebileceği bir ülkedir. Bu jeopolitik rekabetin ülkeye yansımaları ise gerek 2015’teki Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde gerekse de geride bıraktığımız yıl içerisinde ortaya çıkan Anayasal Kriz’de net bir şekilde görülebilmiştir. 21 Nisan sonrası süreçte, Çin’in başta Hambantota Limanı olmak üzere ülkede artan etkisine karşı ABD’nin Wickremasinghe hükümetiyle gerçekleştirdiği askeri deniz tatbikatı bir cevap olarak hayata geçirilmişken; 13 Mayıs sonrası süreçte de söz konusu rekabetin etkileri görülmeye devam edilmiştir. Öyle ki Müslümanlara yönelik 13 Mayıs saldırılarının hemen ardından 14 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı Sirisena, ülke olağanüstü hal durumundayken ve tüm toplumun kendisinden olağanüstü bir toplantıya öncülük etmesi beklenirken Asya Medeniyetler Diyaloğu Konferansı için Çin’e gitmiştir. Son zamanlarda Çin’e yakın politikalar takip eden ve Çin ile ülkede en iyi ilişkilere sahip olan Rajapaksa’yı daha önce Wickremasinghe yerine Başbakan yapmak isteyen Sirisena’nın sosyal medya kontrolü için Çin’in yardımının alınacağını açıklaması jeopolitik rekabetin devam ettiğinin başka bir göstergesi olmuştur. 14 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı Sirisena henüz Çin’deyken, Başbakan Wickremasinghe’nin Dışişleri Bakanı Ravinatha Aryasinha ise Washington’da terörizmle mücadele, güvenlik, ekonomik, iyi yönetişim ve insan hakları ortaklığını genişletme toplantısında bulunmaktaydı. Söz konusu durum Sri Lanka özelinde, jeopolitik çekişmelerin toplumsal sorunlardaki payına ışık tutmasının yanında, ülke siyasi elitlerinin kendi insanının sorunlarına karşılık büyük güçlerin çıkarlarını öncelemeye nasıl devam ettiklerinin en güzel göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha genel olarak ise yeni ittifak siyasetlerinin tartışıldığı uluslararası arenada önemli bir sorun olarak görülebilecek “Bölünmüş Yönetimler” tartışmaları için önemli bir deneyime karşılık gelecektir.

İlgili İçerikler

Son Yazılar