Yüzyılın soykırımı ve trajedisi Arakan’da yaşanıyor. Budizm dini terörizm aracı olarak kullanılarak başta Müslümanlar ve bu inanca sahip olan Rohingya ırkına mensup siviller hunharca katlediliyor. Bu katliam devlet ve ordu birlikleri tarafından tasarlanarak ve bilerek yapılıyor. “Teröristler“ bahane edilerek bölgedeki önemli maden yataklarının bulunduğu alanlar insandan arındırılıyor. Soykırım ve katliamın arkasında değerli maden yatakları ve emperyalist çıkarlar bulunmaktadır. Enerji ve madenlerin güvenliği için, maalesef, Naf Nehri masumların naaşlarıyla doldu taştı.
Daha önce de birçok kez dile getirdiğimiz gibi Myanmar devletinde onlarca milliyet ve yüzlerce dil kullanılmaktadır. Yaklaşık 180 milliyetten biri olan Rohingyalılar 1960 yılından sonra tedricen ülkenin yerel unsurlarından sayılmamaya başlandı. İlk önce yer isimlerini değiştirdiler. Sonra tarihi yerleri yıkıp-yaktılar. 1980’lı yıllara geldiğimiz de okullardan alınan diplomalar ve ülke vatandaşlığı iptal edildi. 1990’lı yıllara gelindiğinde zulmün rengi değişti ve toplu katliama dönüştü.
Siyasi ve etnik kimlik kullanılarak sonunda işi dini farklılığa bağlayarak beraberinde korkunç bir insanlık trajedisi ortaya çıkarıldı. Oysa normal şartlarda Budistlerin Müslümanlarla çok fazla düşmanlığı ve husumeti bulunmamaktadır. Önceden beri Sri- Lanka’da Tamil Gerillaları bazen Müslümanlara saldırırdı. Ancak bu saldırı dini boyuttan çok siyası amaçlı yapılırdı. Sistematik olarak Tayland’ın işgal ettiği İslam toprağı olan Patanı’de devlet cahil Budistleri kullanarak Müslümanların üzerine salardı. Faşist Myanmar devleti yaklaşık 25 yıldır ayni aptalca taktığı uygulamaktadır.
Arakan bölgesinin diğer yerleşim birimlerine oranla çok daha bereketli ve verimli olmasının yanında yer altındaki değerli madenlerin keşfedilmesiyle hem emperyalist çevreler hem de ülkeyi yıllarca yöneten faşist cuntacı askerlerin bitmek tükenmek bilmeyen aç gözlülükleri ortalığı kan gölüne çevirdi. Faşist bir yönetimle idare edilen Myanmar devleti daha çok Çin, İngiltere, son zamanlarda ABD ve Hindistan’ın emri altındadır. Bu ülkelerin isteği dışında hareket etmesi asla düşünülemez.
Suu Kyi Batı’nın çıkarlarını korumakla görevli bir kukladır
Ülkenin şimdiki lideri konumunda olan Nobel Barış ödüllü bayan Aung San Suu Kyi yapılan pazarlıklar sonucunda koltuğa oturan bir kukladan başka bir şey değildir. ABD ve İngiltere’nin kulisi sunucunda faşist cuntacılara dokunmamak şartıyla ve elde ettikleri haksız kazançları sorgulamamak koşuluyla seçimlere gidildi ve “Batının cici kızı” olarak lanse edilen Suu kyi iktidar olabildi. Çin’e karşı Batı’nın çıkarlarını korumak için ülkenin başına getirilen Suu Kyi’den insan haklarına saygılı olmasını beklemek safdillik olur.
Onu iş başına getiren güçler Müslümanların veya mazlumların hakkını savunmak için değil kendi petrol ve doğalgaz yataklarını emniyete almak için görevlendirdi. Bunca katliam ve vahşete sessiz kalmasının nedeni de budur. Utanmadan ve sıkılmadan dünyanın gözünün içine bakarak yapılan soykırım ve katliamı inkar ediyor.
Türkiye ve Sayın Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere vicdani olan herkes ayağa kalktı. Budist çetelerin ve Myanmar ordusunun gerçekleştirmiş olduğu katliama dur demek için bir şeyler yapmaya çalışıldı. Hatta öyle ki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) bile insafa gelerek Myanmar’daki soykırım ve katliamı kınadı. Arakan’da devam eden endişe verici şiddet olaylarının durmasını talep etti. BMGK üyesi ülkelerin Arakan’dan Budist teröristlerinden canını kurtarmak için kaçmaya çalışan yüzlerce Rohingyalının durumlarının gittikçe kötüleştiğini ve endişeli boyuta ulaştığını duyurdu.
İki yüzden fazla köy yakıldı. Bu esnada yüzlerce masum sivil hunharca katledildi. Bir kısmı diri diri yakıldı ve keskin aletlerle parçalara ayrıldı. Görüntülere bakınca biz insanlığımızdan utanıyoruz. Onlar bu vahşeti yaparken hayvanlar gibi çığlıklar atıyor. Vahşette birbirleriyle adeta yarışır hale geldiler.
969 Budist terör örgütünü kuran ve organize eden sözde rahip Ashin Wirathu bu katliamların bizzat azmettiricisidir. İşin içine dini argümanları sokan ve ruhunu şeytana satmış Wirathu inancına ters düşerek dünyanın sayılı zenginleri arasındadır. Katledilen her Müslümanın malına ve mülküne el koyan Budist çetelerin bu hırsızlığına devlet ve rahipler ses çıkarmadığı gibi aksine yapılan hırsızlığı onaylıyorlar. Müslümanları hunharca katletmenin bizzat Buda’nın emri(!) olduğu yalanını yaymaya çalışıyorlar.
BM ve Bangladeş insafa gelmiş olabilir mi?
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres Genel kurulun 72. Dönem oturum öncesinde Myanmar’ın Arakanlı Müslümanlara uyguladığı şiddeti felaket olarak değerlendirdi. Bangladeş’e kaçarak gelen mültecilere yardım elinin uzatılmasını istedi. Sanki onu dinleyen var! Yaptırım gücü olmasa da yine de bir çift söz etmesini insanlık adına umut verici bir gelişme olarak kabul ediyorum.
Faşist Myanmar devletinin sistematik bir şekilde Arakanlıları katletmeye başladığı 25 Ağustos’tan sonra Bangladeş yönetimi baskılara daha fazla dayanamadı. Türkiye’nin yardım çağrılarını duymak zorunda kaldı. İlk kez bu konuda bizimle adam gibi oturup konuşmaya daha doğrusu nasihat dinlemeye başladı. Ülkemiz inisiyatif alarak Bangladeş’e gelebilecek olan bütün mültecilerin masraflarını karşılayacağının taahhüdünü verdi. Bunun üzerine hem Bangladeş’e hem de Myanmar’a yardım malzemesi gönderen ülkemiz her zaman olduğu gibi bir kez daha mazlumların umudu oldu.
Bangladeş daha fazla baskılara dayanamadığı için ilk kez Arakanlı Mültecileri kabullendi. Hatta ülkenin “cadı” sıfatlı başbakanı Şeyh Hasina Vecid bile mülteci kamplarını ziyaret etmek zorunda kaldı. Orada yalandan da olsa bir kaç söz söyledi. Oysa Bangladeş Hindistan’ın bir uydu eyaleti gibi değil de bağımsız bir Müslüman devlet gibi davranmış olsa hem dünyadan hem de STK’lardan beğeni kazanır ve saygınlıkla anılırdı. Ama şimdiki yönetim kendi halkına ve Müslümanlara düşman, Budist, Hindu ve gerici teröristlere sempati ile davrandığından dolayı saygınlığı hak etmiyor. Arakan krizini yönetmeyi beceremeyen Bangladeş 92 yaşındaki zavallı sivilleri ve ülkenin entelektüel okumuş kişilerini idam ettirmekle meşgul. Ülkesinin kalkınması veya insan hakları gibi bir gündemi bulunmamaktadır. Yalandan da olsa bugünlerde insafa gelmeleri iyi bir gelişmedir.
AB yetkililerinden bir kaçı Myanmar’ın yapmış olduğu soykırım ve Barbarlığı kabul edilemez olarak nitelendirdi. İyi güzel de bu faşist ve baskıcı ülke ile enerji ticaretini yapan biz değil, bizzat batının kendisidir. Kuzey Kore’ye yapılan gibi Ambargo uygulayın bakın katliam nasıl duruyor. Yalandan kınamalar artık karın doyurmuyor. Ciddi olarak tepki ve aksiyon gösterildiğinde Myanmar bırakın Müslümanları katletmeyi aksine sabah akşam Müslümanlara karşı secdeye kapanarak af edilmelerini dilerler. Çünkü bunlarda şeref ve haysiyet yok.
İnsanı yardım seferberliğinin başını ülkemiz çekiyor
İnsanı yardımlar başka ülkemiz olmak üzere Malezya ve Endonezya’nın gönderdiği yardımların bir kısmı Bangladeş’e bir kısmı da Myanmar’a ulaştı. Ancak Arakan bölgesinde diktatör rejim türlü bahanelerle gözlemci ve yardım kuruluşlarının girmesine izin vermiyor. Çünkü izin verdiğinde devletin yapmış olduğu katliam ve kundaklamalar tespit edilecek. Onun için engeller çıkararak açlıktan ve tıbbi eksiklikten insanların ölmesine sebebiyet vermektedir. Bu insanlık suçunu işleyenlere derhal soruşturma açılmalıdır. Bunların Nazilerden hiçbir farkı bulunmamaktadır.
Zor şartlarda Myanmar’dan kaçarak canını kurtaran Arakanlı Müslümanların anlattıklarına göre devlet birimleri desteğinde Budist teröristlerle birlikte köyler ilk önce yağmalanıyor, akabinde halk toplu bir şekilde silahla taranıyor. Daha sonra ise Müslümanların evleri ateşe verilerek yakılıyor. Delil olmasın diye Müslüman halkın naaşları bu evlerle birlikte yakılarak delillerin ortadan kalkması sağlanıyor. Köylerde evlerin yanında medrese ve cami gibi dini binaların hepsi yakılarak geride bu yerlerin Müslümanlara ait olduğuna dair hiçbir delilin kalmamasını sağlıyorlar. Bu katliamlar yapılırken Myanmar ordusu, polisi ve güvenlik birimleri ise bizzat bu suçlara iştirak ettiği tarafsız kurumlarca tespit edildi.
Zor da olsa bölgeye giren gazeteci ve aktivistlerin tanıklığı ilerideki günler için çok önem arz edecektir. Yapılan dini, etnik ve siyasi katliamlar mahkemeye taşınmalı ve sorumlular gıyabi da olsa yargılanıp mahkum edilmelidir. Batılı ve İslam dünyasından gazetecilerin belgelediği olaylar gerçekten vahşetten başka bir şey değil. Normal bir insan böylesi bir katliamı yapamaz. Budist çeteler ve Myanmar güvenlik güçleri uyuşturucu kullanarak bu cellatlığı yapmaktadır.
Maunddaw’a götürülen gazetecilerin resmi makamların dışında gizlice çektikleri görüntülerin hepsi birer belge niteliğindedir. Than Kyaw kasabasının tamamı yakıldığı, hiçbir ev ve yapının kalmadığı bildirildi. Yakılan insanların kemikleri hala evlerin enkazlarında olduğunu gösteren video ve fotoğraflara içimiz kan ağlasa da sabrımızı zorlayarak bakarak vahşetin boyutunu anlamaya çalışıyoruz. Anlatmaya ne kelime ne de ifade bulamıyoruz. 2013 yılında bölgeye gittiğimizde ayni tür katliam ve vahşetle karşılaşmıştık. Tarihler değişmiş olsa da Myanmar devletinin işlemiş olduğu cinayetler değişmedi.
Köylere giden gazetecilere konuşan Budist çeteler yangınları kendilerinin çıkardığını asker ve polisinde kendilerine yardımcı olduğunu açıkça itiraf ediyor. Katillerin hiç kimseden korkusu yok. Bizzat devlet eliyle katliam yapıldığı, yağmalanan eşyaların kendilerinin olduğu hatta üzerine para dahi aldıkları resmen kayıtlara geçti. Şimdi dünyanın harekete geçme zamanıdır. Konuşma bitmiştir. Myanmar’a acilen BM askeri güç göndermelidir. BMGK’dan acil ambargo kararı çıkarılmalı ve sorumlular Uluslararası Adalet Divanında yargılanmalıdır. Yoksa faşist Myanmar daha çok kan akıtır ve eşine rastlanmayan vahşetler işleyebilir.